Neredeyim? Yaşıyor muyum? Nefes alıyor muyum ki şu an? Parmaklarımdan yukarıya yükselen bu soğuk nereden geliyor? Neden gözlerimi açtığımda kirli bir gökyüzü ile karşılaşıyorum? Neden üzerimde akbabalar dolanıyor? En önemlisi,uyandığım bu geniş ve ıssız yaylada ne işim var? Ellerimin yardımı ile bedenimi ıslak otların üzerinden kaldırıp bulutlu ve kasvetli gökyüzüne,çığlıkları kulaklarıma ulaşan akbabalara yeniden baktım. Yolunda gitmeyen bir şeylerin varlığı aşikardı,yine de ayaklarımın üzerine basacak gücü kendimde bulduğumda bedenimi esen rüzgara gerip ciğerlerime doldurduğumda uzun süredir uyuyor olduğumu düşündüm,gözlerim kısa bir süreliğine kararmış ve rüzgarın da etkisiyle yana doğru sendelemiştim. Ancak ayağa kalktığımda nerede olduğumu anlamış,derin bir nefes almıştım. Malikanenin arazisinin içinde kalan dağlık alandaydım,yaylanın aşağısında yükselen malikanenin ihtişamına bakarken içim rahatlamış bir halde adımlarımı malikanenin yoluna çevirmek istemiştim.
Fakat üzerimde uçuşan akbabaların çığlıklarına kulak verip birkaç yüz metre ileride başlayan ormana doğru uçtuklarını gördüğümde malikaneye dönme fikrim bir anlığına kaybolmuştu. Romanya'da akbaba bulunması yeterince garipken,benim hemen burada bir sürü ile karşılaşmam rahatsız edici bir tesadüftü. Ayaklarımı geri çevirip ağaçların yükselmeye başladığı sınıra doğru yürümeye başladım. Biraz daha ilerledikten sonra ormanın girişine ulaşmış,birbirlerine çok yakın yükselen ağaçların arasında,topraktan dışarı fırlamış büyük köklerin üzerinden atlayarak ilerlemeye devam etmiştim. Bu sırada üzerimde uçan akbabayı kaybetmemeye çalışıyordum. Yarım saatlik bir yürüyüşün ardından etrafı ağaçlarla çevrili bir açıklığa çıkmıştık. Önümdeki ağaçların dallarına yüzlerce akbaba konmuştu. Bu görüntü beni iliklerime kadar korkutmaya yetmişti. Geri dönmek istemiştim,yaptığım şey kendimi bir ana yemek gibi bu canavarlara sunmaktan başka bir şey değildi,fakat dönüp gitmemi engelleyen şey karşımda duran Uriel heykeliydi. Beyaz mermer gözlerimin önünde bir elinde kafatası,diğer elinde kocaman tırpanı ile dikiliyordu. Belki uzun süredir burada olduğundandır,mermer yer yer kararmış ve sanki üzerine bir şey sıçramışcasına kahverengi çamur ile kaplıydı.
Cesaret edip heykele doğru yürürken üzerinde durduğu taşın hemen önünde bir kabristan olduğunu fark etmiştim. Ayaklarımın hemen altında,Kaptan Jeong ve eşi leydi Jeong'un mezarları yatıyordu. Eğilip ellerimi isimlerinin yazdığı mermere değdirmiş,üzerlerini kaplayan sarmaşıkları koparıp atmış ve siyah boyaya daha net bakmıştım. Neden malikaneden bu kadar uzağa gömüldüklerini anlamakta güçlük çekiyordum. Peki ya Uriel neden onca yer arasında burada,Jeongların mezarının hemen başındaydı? İki mezar taşını da incelerken isimlerinin hemen üstünde duran ters haç işareti gözüme çarpmıştı. Kaşlarımın havalanmasına engel olamadım. Daha önce görmediğim,gözüme tanıdık gelmeyen bu işaret kafamı karıştırırken ayaklandım. Gitme vaktim gelmişti.
Ya da ben öyle düşünmüştüm. Karşımda göğsünün hemen ortasında içinden kanlar akan bir yarık olan Kaptan Jeong dururken olduğum yere çivilenmemem olası bile değildi. Korkudan dilim tutulmuştu. Gözleri oyulmuş suratını yerden kaldırıp bana bakmış,ellerinde tuttuğu tacı uzatmıştı. Üzerime yürüdükçe sendeleyerek geri gidiyordum ve en sonunda sırtım heykele dayanmıştı. Lakin arkamdakinin bir taş parçasından fazlası olduğunu anlamam uzun sürmedi. Çıplaklığını hissedebildiğim,sıcak ve kaygan bedenden sırtımı ayırıp arkamı döndüğümde üzerime doğru eğilmiş bir yaratık görüyordum. Hayır,hayır... Bu sadece bir yaratık olamayacak kadar sonsuz,bir yaratık olamayacak kadar hayallerin ötesinde,bir insanın kabuslarına sığamayacak kadar korkunçtu. Bu ancak bir iblis olabilirdi. Ancak bir iblis bu kadar korkunç görünebilirdi.
Üzerinden kanlar akıyor,bir keçiyi andıran uzun yüzünde,alnının hemen ortasında parlayan bir ters haç bulunduruyordu. Gözleri kıpkırmızıydı. Büyük cüssesi hemen üzerime eğiliyordu,sonra yeri göğü inleten sesi ile konuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Jeongs' Manor . jaeyong
Fanfic"Jeong malikanesinin bazı net kuralları vardır,Taeyong. Sabahları saat sekizde Jeonglar kahvaltılarını ederler. Dokuzu çeyrek geçe antrede hazır vaziyette küçük beyi yolcu ederiz. Dokuz buçukta hanımefendi Jeong'u uğurlarız. Saat tam onda,evin günlü...