1. Bölüm

31 0 0
                                    

Sene 1986, günlerden 21 Eylül'dü... Yani, sınıfların arka duvarlarını süsleyen "Mevsimler" çizelgesine göre sonbahar resmi olarak gelmiş, yaz, arkasına baka baka çekip gitmişti. Sarı sonbahar yaprakları da sarartmış, parklar "Bari son güzel günleri kaçırmayalım" diyen, yazı ıskalayan, geç kalmış işkoliklerce havalar henüz bozmadan işgale uğramıştı. Hacıbayram Camii uzaklardan "Ben buradayım" diyordu.

Ferhat, Bentderesi Caddesi üzerinde adım adım kaldırımlarda yürürken genelevi hizaladığının farkına varmış, ilk kez "milli" olacağı günün hayalini kuruyordu. Kafasında bir hesap yaptı, daha o güne en az üç sene vardı. İnşallah on yedi yaşındaki Şehmuz doğru söylüyordu. Genelevin önünde boncuk satan bir komisyoncu vardı da on sekiz yaşını doldurmayanlara kapı girişindeki görevliye kaş göz edip cüzi bir ücret karşılığında yardım ediyordu. Eğer bu doğruysa Ferhat on sekizini beklemeyecek, çok daha önce bir kadınla yatacak ve "Ben artık erkek oldum" diyerek kahvehaneyi mesken tutan, işsiz güçsüz arkadaşlarına hava atacaktı. Kendisi mi? Kendisi zaten onlardan farklıydı. Bugüne bugün "Lise talebesi"ydi, her ne kadar bu lise "Akşam Lisesi" olsa da... Ayrıca sigortasız da çalışsa, asgari ücretten az da alsa bir işi yok muydu?

Rüzgârlı Sokağı'na indiğinde 19 Mayıs Stadı'na az bir yolu kaldığının farkına vardı. Artık sarı-lacivert kaşkolunu saklamaya gerek yoktu, çünkü diğer Ankaragüçlüler de tezahüratlar eşliğinde bir arada yürüyordu. Beşiktaşlılara yakalanmadan onlarla kol kola olmak ne iyiydi. Bir iki saat içinde başlayacak olan maçta tribünlerin dörtte üçünü şampiyonluk adayının siyah-beyazlı taraftarları kaplayacak olsa da, Ankara'da en büyük Ankaragücü'ydü ve bu böyle bilinmeli, herkes haddinin sınırını çizmeliydi.

Stadın Gençlik Parkı tarafındaki giriş kapısının önüne geldiğinde sözleştikleri gibi Durali'yi beklemeye koyuldu. Nerede kalmıştı bu çocuk? Daha içeri geçilecek, kuyruğa girilecekti. Üst baş aramasında polis, "temiz" olduklarına dair ikna edilecekti.

Karnı da fena halde zil çalıyordu. Kim bilir hangi etten, nerede hazırlandığı belli olmayan kıymadan imâl köfte nasıl da güzel kokuyordu! Yarım ekmek arası kaç paraydı acaba? "Neyse!" diye içinden geçirdi Ferhat, "Durali de birazdan gelir herhalde. Zaten alsam da yiyecek vakit kalmaz..."

Az bir vakit sonra yün kazağını pantolonunun içine sokuşturmuş Durali hızlı adımlarla yürürken görüldü. "Nerede kaldın be oğlum!" diye söylendi Ferhat, "Beklemekten ağaç oldum..."

"Benim ev seninki gibi yakında değil ki? Ta nereden geliyorum bilmiyor musun?"

"Hadi, hadi" diye arkadaşını kolundan yakalayıp sürüklemeye başladı Ferhat, "Daha kuyruğa gireceğiz, Yampiri'nin tayfayı bulacağız... İnşallah bilet de bulabiliriz."

Ev sahibi takım taraftarlarına ayrılmış kale arkası kısmında, bilet gişesi önünde birikmiş kalabalığın en sonuna gelip kuyruğa girdiklerinde sıra gelene kadar biletlerin tükenmemesini umuyorlardı. İçeriyi çoktan doldurmuş taraftarların gür sesleriyle bağırış çağırışları, ağırlıklı olarak Beşiktaş'a küfredilen tezahüratları duyulabiliyordu.

Kuyruk ilerlemiş, önlerindeki taraftarların hepsi içeri girebilmişti. "Son yirmi kişiyi alıyorum beyler, yer kalmadı" diyen gişe görevlisinin bağırışı homurdanmalarla karşılandı. Hatta çekinmeden küfredenler de vardı, kuyrukta çok geride olanlar ise hiç ses etmeyip efendice kuyruktan çıkmış, stadın dışına doğru yol alıyorlardı. Ferhat göz ucuyla önünde kaç kişi olduğunu saydı, kıl payı da olsa içeri girebileceklerini anlayınca "Sakin ol" dedi endişeli Durali'ye, "Biletçi sözünde durursa biz girebiliyoruz..."

Tam sıra Ferhatlara gelmişti ki "Evet..." diye bağırıp gişenin önündeki camı kapatmaya yeltendi görevli, "Tribün doldu. Kısmet başka haftaya..."

"Abi hani yirmi kişi alacaktın?" diye isyan etti Ferhat.

"Eee, yirmi kişi olmadı mı?"

"Yok abi" dedi Durali, "Ben saydım. On beş kişi ya olmuştur ya olmamıştır."

"Tamam da ben lafın gelişi öyle demiştim. İlle de yirmi kişi dolduracak halimiz yok..."

Görevlinin bu pişkinliği asabi Durali'yi çileden çıkaracaktı ki bir bakışıyla sanki ona sakin olmasını tembih etmişti Ferhat, sakince konuşmaya başladı görevliyle, onu ikna edebileceğini sanıyordu. "Lütfen abi" dedi, "Bak, ne zamandır bekliyoruz. Sen yirmi kişi daha alacağını söylemeseydin çeker giderdik. Buna güvenip durduk. Sen çok delikanlı bir adama benziyorsun. Hem arkadaşlarımız da içeride..."

"Hangi arkadaşlarınız?" diye sordu görevli merakla.

"Yampiri'yi bilir misin?"

Gevrek gevrek gülerek "Bilmem mi?" dedi görevli, sonra koçandan iki bilet kopardı, "Hadi, geçin" diyerek buyur etti delikanlıları, sonra da gişeyi kapattı.

Ferhat ve Durali tribünlere çıkar çıkmaz ellerini gözlerinin üzerinde siper edip kalabalık arasında Yampiri'yi aradılar. Bir eliyle tel örgüyü tutmaya çalışırken diğer eliyle tokmağı eşit aralıklı zaman dilimlerinde davula vurup bağıran amigonun hemen önünde kol kola girmiş şarkılar söyleyen grubun ortasında gördüler onu ve sırayla "Yampiri!" diye bağırdılar. Yirmili yaşlarının hemen başındaki genç, kendinden yaşça küçük bu delikanlıların bağırışını duyunca onlara döndü ve "Gelin lan!" diyerek yanına çağırdı. Ferhat ve Durali gruba dâhil olduklarında onlarla kol kola geçmiş, şarkılara eşlik etmeye başlamışlardı.

Tribünlerin büyük çoğunluğu siyah-beyaz renklere bürünmüştü. Genç ve çoğu altyapıdan gelen futbolculardan kurulu olan Beşiktaş hemen her sene şampiyonluğa oynuyor ancak çoğunda başaramıyordu. Bu sene de iddialılardı, zaten geçen seneyi de şampiyon olarak kapamış, Galatasaray'ın on üç yıllık hasretini on dört yıla taşımışlardı.
Her iki kale arkasında da yüksek duvarda üç direğe asılı bayraklar vardı, sonbaharla gelen rüzgârda dalgalanan Türk bayrağının bir yanında sarı-lacivertli, diğer yanında ise siyah-beyazlı bir bayrak gönderdeydi.

Maç, herkesin tahmini üzerine dalga dalga gelen Beşiktaş akınları arasında orta saha çizgisiyle Ankaragücü kalesi arasında geçiyordu. İyi direniyordu Başkent ekibi. Kalesinde bir duvar örmüş, her tehlikeli atağı ama faulle, ama topu dan dun ileri şişirip savuşturmayı bilmişti. Derken kimsenin aklına bile gelmeyen, futbol tarihine kazınan bir olay gerçekleşti. Ankaragüçlü futbolcuların bir karambol anında bir türlü kaleyi bulamadığı bir pozisyonda top tam dışarı gidiyordu ki hakem araya girdi, topa kafasıyla müdahale etti ve Beşiktaş filelerini havalandırdı. Ertesi gün tüm spor gazetelerinde maçın sonucu için şöyle yazacaktı:

Hakem: 1 - Beşiktaş: 0

Bir Ankara HüsranıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin