*Herkes ruh eşini arıyor ve bulamamaktan yakınıyor. Senin gibi olan binlercesi var. Sen bulamıyorsun, onlar bulamıyor. Sen, “Bu dünyada beni anlayacak kimse yok” diyorsun, bunu başkaları da söylüyor. Öyleyse sen de kimsenin ruh eşi değilsin. Olsaydın bulurlardı seni değil mi? Tabii öyle hazır beklersen ne sen birini bulabilirsin ne de biri seni. Birlikte olgunlaşmaya ne oldu? Birlikte birbirinizin ruh eşi olmaya çaba göstermeye ne oldu? Tembelleştik değil mi hepimiz?
*İlk aşkta yaşadığımız travmalar, daha sonra yaşadığımız aşkların bir yerinde mutlaka gösteriyor kendini. Ya güvensiz oluyoruz ya da canımız acır diye kendimizi aşka rahatça bırakamıyoruz. Ama bu bir süre sonra kısır döngüye dönüşüyor. Biz kimseye güvenmediğimiz için kimse de bize güvenmiyor. Biz kendimizi aşka rahatça bırakmadığımız için kimse de bize kendisini salıvermiyor. Sonra gelsin mutsuzluk, gelsin yalnızlık.
*Kendimizi yeterince tanıyamadığımız için aşkta başarısız oluyoruz. İlişkilerimiz yarım yamalak. Karşımızdaki insanı sürekli şaşırtıyoruz, kontrpiyede bırakıyoruz. Değişken kişiliklerimiz bizi mutlu etmek isteyen o insanın önüne aşılması mümkün olmayan duvarlar örüyor. Ve o insan, ‘o duvarlara çarpa çarpa nasır tutuyor…” Tam sen olgunlaştığında artık o katılaşıyor ve maalesef içindeki aşkı tüketmiş oluyor. Kendimizi tanımamız mümkün ama bunda da yine tembelliğin etkisi var. “Beni seven böyle sevsin…” Sevsin de sen ‘öyle’ bile değilsin, sürekli değişiyorsun…