Kendi kafamın içinden çıkmaya ihtiyacım vardı.
Eğer aklım , Almanya'nın soğuk sokaklarına adım attığım ilk günlerdeki gibi olabilse her şey farklı olabilirdi. En olağan şekilde, şu an hayallerimdeki metropol havasında büyüleniyor olabilirdim. Neredeyse orman içinde ve insan uğramayan evimin verandasında Alman şarabımı içmek yerine... Evet düşününce, kesinlikle küçümsenemez bir lezzetti.
Türkiye'de her gencin sıradan ve sürekli olarak anlattığı ama gerçekleştirmediği Avrupa hayalini ben gerçekleştirmiştim. Uzun zaman boyunca aklımda olan tek şeyi gerçekleştirip amacıma ulaştığımdaysa boşluğa düşmüştüm. Epey depresif bir boşluk.
Kafamda hep aynı ses vardı. Acaba kötü bir karar mı verdim?
Ellerimi nemli havadan dolayı kabaran kestane saçlarımdan geçirdim. Bileğimdeki tokayı yoklayıp, tepemde geniş bir topuz yaptım. Ensemin açık olmasını seviyordum. Nadir esen rüzgarın doğrudan oraya vurup beni serinletmesini bekledim.
Tatil kasabası sayılabilecek bir yerde yaşıyordum. Türkiye'de insanların yazlık diyebileceği tek katlı geniş verandalı bir evde kiracıydım. Büyük bir araziydi ve benimkinin aynısı birkaç ev daha vardı. Evimin bir kaç metre önünde ise küçük bir göl vardı. Her daim sıcak olan suyu soğuk havalarda bile bahçede nem olmasını sağlardı. Gölden var yok arası çıkan buharın arasında yüzmekse en büyük zevkimdi. Kendimi başka bir yerde, en büyük hayalimi berbat etmediğim bir zamanda hissettirirdi.
"Kübra, gölü temizledim. Daha fazla soğukta mayonla oturma da göle gir. Titriyorsun." dedi Klaus. Buraları temizler, kiracıların ihtiyaçlarını alır ve bazen benimle kısa sohbetler ederdi. Eh, zaten benim en büyük ihtiyacım da buydu. Yani kesinlikle işinde iyiydi.
"Soğuğa aşık birini üşüdüğünü söyleyerek hareket ettiremezsin Klaus. Üstelik en nemli saatlerdeyiz."
"Siz turistler soğuğun bile sorun olmadığını düşünmek için her şeyi söylersiniz kendinize zaten" diye homurdanarak çıkışa bahçe çıkışına doğru yürüdü. Klaus, şu hiçbir şeyden memnun olmayan o kişiydi. Ne yazık ki aynı zamanda benimle konuşan tek kişiydi.
Yavaşça göle yürüyerek kendimi sıcak suya bıraktım. Dibe dalıp çıkma düşüncesiyle nefesimi tutarak aşağı yüzdüm. Gölün yeşil tabanı bana göz kırparken saçlarımı geriye atarak yüzeye çıktım. Anında nemden yanan gözlerimi ovuştururken, geldiğimden beri boş olan komşu evimin verandasına yaslanmış beni izleyen adamı gördüm. Ellerimi gözümden indirirken onu gördüğümü anlayarak arkasını gördü. Kabalığının sebebini anlayamadım. Neydi bu? Gitmek için adım atarken arkasından bağırdım.
"Bir sorun mu var acaba?"
Yavaşça arkasını dönerek birkaç saniye yüzüme baktı. Gerginliği bedeninden okunan adama yalnızca şaşırdım. Turist olduğum bu kadar belli miydi? Turistlerden nefret edenlerden miydi? Yüzüme boşca bakmaya devam ederken gergin sesiyle hafif bağırdı. "Şey, yalnızca bu göle pek giren olmaz da. Sadece bu. Kim olduğuna bakmak istedim. Üzgünüm."
"Anlamadım, neden girmezler?"
"Çünkü çok sıcak. Şehirdeki diğer göllerden farklı"
"Ama zaten güzel kılan da bu değil mi?"
Yüzüme yalnızca boşca baktı. Gerginliği devam ediyordu. Parmak uçlarını altındaki keten şorta bastırdığını farkettim. Rahatlaması için kendi Almanca kotamı zorlayarak konuşmaya devam ettim.
"Yani sen hiç bu suda yüzmedin mi? Ülkemde bu termal göllere girmek için para öderler. Eminim burada da ödeyenler vardır. Bedava olmasına rağmen arazidekilerin bunun tadını çıkarmadığına inanamıyorum."
"Aslında ben pek gölde yüzmedim. Havuzu tercih ederim."
"Yani klor kokulu su he. Kulağa epey ferahlatıcı geliyor. Eminim o da güzeldir."
Aptal olmayan herkes sesimdeki imayı ve şaka yaptığımı anlardı. O anlamamış gibi görünüyordu. Boş bakışlar ve gerginlik devam ediyordu. İçimde onu rahatlatmak için büyük bir istek yeşerdi. Tamam utangaç biri gibi durması ve durmadan ellerini şortuna bastırması tatlıydı ama onu gülümsetmek istedim. En azından onu rahatlatacak bir nefes vermesini. Böyle nefesini tutmuş gibi dikilmesi korkutucuydu.
"Baksana, neden suya gelip bir tadına bakmıyorsun? Böylece havuzun mu gölün mü daha iyi olduğuna sen karar verirsin."
Karasızlığı okunan adımlarla tshirtünü çıkarıp göle yaklaştı. İki sene önce paraşüt atlayışı yapmak için sınıra yaklaşan halim gibiydi. Ama ben yüz metreden atlayacaktım, o ise bana yaklaşacaktı.
Bedeninin tamamını yavaşça suya soktu. Bana yaklaşırken onu gördüğümden beri ilk kez hafifçe gülümsedi. Güzelliğini bu gülümsemeden sonra farkettim. Gerginliğini geride bıraktığında gerçekten içten bir gülümsemesi vardı. Mavi gözleri, kahverengi saçları ve pürüzsüz teni onu yakışıklıdan ziyade güzel kılıyordu. İyice yaklaştığında bakmak için kafamı yukarı kaldırmak zorunda kaldım.
"Sanırım klorlu havuzumdan biraz daha rahatlatıcı olduğunu kabul edebilirim."
"Eh, en azından dürüst bir cevaptı."
"Bu arada buralarda oturmuyorum yalnızca bir arkadaşımı ziyarete geldim. Yani kimseye böyle bir şey söylememelisin. Doğru bile değil."
Panik halde verdiği bilgilere şaşkınca gülümsedim. Küçük bir erkek çocuğu gibi davranması başımı döndürmüştü. İlk görüşte aşka inanmazdım ama adını bile bilmediğim bu adamla konuşmak miğdemin kasılmasına sebep oluyordu.
"Peki.. , bu bilgi için teşekkürler? Bu arada adım Kübra. Ve bu güzel gölün tam önünde yaşayacak kadar şanslıyım. Sen.. Yani adını söylemedin."
Yüzü gerçek bir şaşkınlıkla çevrildi ve daha çok kendi kendine konuştu.
"Sen gerçekten beni tanımıyorsun. Tanrım! Acaba diye düşündüm ama ihtimal vermedim, gerçekten tanımıyorsun. İnanamıyorum "
"Ve.. bu tuhaf mı? Tanrım, yoksa ünlü falan mısın? Üzgünüm burada neredeyse yeniyim. Gerçekten, eminim oldukça ünlüsündür."
Yüzündeki gülümseme iyice genişledi. Hatta onu tanımadığıma oldukça sevinmiş gibiydi. "Evet sanırım biraz ünlü sayılırım. Buna sevinmem tuhaf oldu. Kendi kendimi tanıştırabileceğime oldukça memnun oldum da. Ben Kai... Yalnızca Kai, soyadımı boşver. Bu arada burada yeni olduğunu kesinlikle anladım."
"Ah, aksanım yüzünden değil mi? Düzeltmeye çalışıyorum ama gerçekten diliniz zor."
"Hayır hayır. Konuşman kesinlikle kötü değil. Haklısın sorun dilimiz. Almanca en az Almanlar kadar zor olmalı."
"Aslında burada yaşıyorsun değil mi? Beni magazincilere haber uçuracak çılgın bir fan sandın."
Gülümsedi. Aslında göründüğü gibi gergin bir tip olmadığını düşündüm.
"Sanırım komşunu haber yaptıracak biri değilsin. Doğru hissetmiş miyim?"
"Eh , sanırım hislerine güvenmekten başka çaremiz yok."
Su benim omuzlarıma, onun göğsüne geliyordu. Dalgalar bedenimize çarparken bir dakika kadar sessizce birbirimizin gözlerine baktık. Mavi gözleri suyun yeşilimsi rengi ile uyum içinde parlıyordu. O gözlere bakarken dalmamak elde değil gibiydi. O da aynı şekilde bana bakarken ikimiz de habersizdik. Hatta daha çok da o. En büyük korkusu sıradan olmakken, benim oldukça sıradan kahverengi gözlerimi kalbinin en gizli yerinde hayatı boyunca saklayacağından.
Alman futbolcu Kai Havertz hayran kurgusudur. Sevgili amerikalyagamininki için yazıldı. Konuşmaları Almanca hayal edin. Ben Almanca yazamam. Sonuçta Alman değilim. Okuduğunuz için teşekkürler!