Düşmüş bir meleğin ismi olan Arakiel ismi için kendi hayal dünyamdan bir açıklama.
Gene uzun bir hikaye oldu. Yazım yanlışları için kusura bakmayın zamanla okuyup gördükçe güncelleyeceğim.
Arakiel'in Hikayesi
Bulutsuz bir gecede gökyüzüne bakıp düşündünüz mü hiç? Bazen yapacak hiçbir işimizin olmadığına kanaat getiririz ya da hiçbir şey ile uğraşmak için yeterli güçte bulmayız kendimizi; öylece bir köşeye çekilip durmak, nefes almak, biraz düşünmek, hayal kurmak isteriz. Böyle zamanlardan birinde herkesin bildiğini sandığı bir hikayeyi düşünürüm daima. Eğer dinlemek isterseniz, anlatmak isterim ben de. Hangi hikayemi mi? Adını ben de bilmiyorum. İster kaderin hikayesi deyin adına, isterseniz bir cennet masalı. Belki de bir masaldır, belki bir gerçek, kim bilir? Siz neyi duymak istiyorsanız, neye inanmak istiyorsanız aslında o değildir midir gerçek? Siz ne derseniz deyin adına... Ben Arakiel'in hikayesi diyorum.
Başlangıçta her yer karanlıktı. Bulutsuz gecelerde kafamızı kaldırıp gökyüzüne baktığımız zamanlara ait bir karanlık değildi bu. Hiçbir yıldızın, Ay'ın parlamadığı bir gecenin karanlığı hakimdi her yere. Sessiz, ışıksız, korkutucu sonsuz bir karanlık. Düşüncelerimizin bile sonuna ulaşmayı başaramayacağı, uzayıp giden bir karanlık. Biliriz hepimiz çocukluğumuzdan, karanlık bir çok şeye gebedir. Hem en derin korkuyu hem de ışığa duyulan en saf umudu besler içinde. İşte bu karanlığın içinde bir ses duyuldu: "Ol" dedi, sonsuzluğu titreten bir ses. O kadar kuvvetli geldi ki sonsuz sanılan karanlık titredi, baştan başa. İçinde besledikleri çalkalandı, karıştı, birbiri içinde yandı.... İlk patlama geldi ardından; ilk ışık. Öylesine kuvvetli, öylesine derinlere nüfuz eden bir ışıktı ki bu bizim bilmem kaç milyon kilometreden gelen güneş ışıklarına bakamayan gözlerimiz ona bakmaya cesaret bile edemezdi. İlk ışıktan sonra cesaretlenmişti sanki karanlığın içinde bilmem kaç milyon yıldır ne varsa. Sonsuz dediğimiz o karanlık, bir defterin kapkara bir sayfası oluvermişti, gerçek kudretin sahibinin ellerinde. Sanki defterinden koparıp aldığı o kara sayfanın üzerine yıldızlar, rengarenk gezegenler, birbirine karışıp öylece dönen cisimlerin, tozdan ve buluttan milyarlarcasını çiziyordu. Sayfaya kondurduğu her bir nokta, ressamın tuvaline vurduğu her darbe gibi bir renk, bir parıltı daha katıyordu. O korkutucu, sessiz, sonsuz karanlık parıl parıl taşlarla süslü, rengarenk bir ırmağa dönüşüverdi bir anda. Karanlık artık ebedi düşmanı ışık ile sonsuza dek yaşayacaktı.
Karanlığı titretip, ışığı yaratan kudretli ses tekrar yankılandı, sonsuzluğun içinde. "Başla" dedi bu kez. Biraz önce karanlığı süslemeye başlayan ışıklar yanmaya, rengarenk toz bulutları birbirine karışıp akmaya başladılar. Dev yıldızların etrafında dönmeye başladı minik gezegenler, ışığın etrafında dönen pervaneler gibi. Karanlık içinde akıp giden o rengarenk nehir, dalgalarla karışıverdi birbirine ve işte "zaman" böyle başladı karanlığın içinde. Bizim belki de hiçbir zaman idrak etmeyi başaramayacağımız 'zaman' dediğimiz bu karışık olgu, o kudretli sesin sahibi için bir sayfaya çizilen kısa bir çizgiden farksızdı. Başını, sonunu hatta kıvrılıp büküldüğü her noktayı biliyordu. Belki de kendisi için değil, bizim anlamamız için son kez seslendiği biraz önce süslediği karanlığa: "Yaz" dedi. Yaprakları akan zaman ile birlikte sonsuzluğa uzanan bir defter belirdi. "Yaz" emri ile birlikte aralandı kapağı. Yazmaya başladı, kaderin kalemi. İlk kelimeleri işledi nurdan mürekkebi ile zamanın defterine. Defterin neler yazdığını? Neler yazacağını sahibinden başka kim bilebilirdi?
********
Işığın karanlığa iyi yayılmasını, en ücra noktalarına yerleşmesini bekledi tanrı. Sonra karanlıkta cesurca kendini, bütün renkleri topladı. Yıldızları ufacık edip diziverdi sıraya dizdi. Cenneti yarattı sonsuzluğun en güzel köşesinde. Hemen onun yanına da küçük bir kopyasını yaptı: Dünyayı. Cennette akan rengarenk nehirlerin yalın bir yansımasını koydu dünyaya. Cennettin toprakları olan bulutları hiçbir insan dokunup kirletmesin diye gökyüzüne koydu belki de. Cennetin renklerini görmesin herkesler diye sakladı, gökkuşağını yağmurun arkasına. Her meyveye, her çiçeğe bir mevsim tayin etti dünyada, insanlar hep cennette yaşamasın diye. Yoksa ne anlamı kalırdı cennetin?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Arakiel'in Hikayesi
RomanceAncak hayallerimizin ötesindeki dünyalarda yaşanılan aşklar gerçektir.