Hayali dokunuşlar...
Devam eden çizgiler...
Kısa çıkışlar...
Engebeli inişler...
Ve ya sade bir hiçlik.
"Önce dış hatlarım."
Konsantre olmuş nefesleri ezen kalemlerin kağıda sürtünme sesleri.
"Ana hatlarım."
Bu saatlerde yalnızca büyümüş gözler görürüm. İrislerin içinde parlayan öğrenmenin açlığını, başarmanın hırsını, yeni bir deneyimin yanan alevini görürüm.
"Acele etmeyin."
Parmaklardaki tüm sinirlerin titrediğini hissederim. Bunun için büyücü olmaya veyahut olağanüstü güçlere sahip olmaya gerek yoktur. Kulağıma çalınan her kalem yankısı sahibinden izler taşır.
"Öncelikle bana iyice bakın."
Hiç olup gidecekmişim gibi uzun süren incelemeler altında kalırım. İyice bakmak ile uzun süre bakmak arasındaki nüansı anlamayacak kadar telaşlıdırlar. Ellerinde tuttukları heves, benim yokluğumla ölüp gidecek korkusuyla kağıtlara değil de önce akıllarına çizmek isterler beni. Oysaki kaybolmacağım, bir heykel gibi bir saniye önceki ben bir saniye sonra da ben olacak. Zira uzun zaman önce bıraktım kendim olmayı.
"Kollarımın nasıl durduğuna bakın."
Gözlerimi sınıfımda gezdirdim. Buluğ çağına erişip sert ayaza kavuşan bedenler, resim dersimde esiyordu. Gençlerdi. Kaynamaya hazır, hemen teyakkuzda bekleyen o tanıdık kudret kanlarında dolaşıyor, yıllardır tembihletildiklerinden olsa gerek soğuk duruşlarından ödün vermiyorlardı. Şimdiden aşılması güç, çetin dağlar olmaya başlamışlardı. Başları daima dikti. Zararsız bir resim kağıdının karşısında bile.
Centilmenlik. Erillik. Erkeklik.
"Parmaklarıma."
Görüşümü her bir dağın zirvesinden ileriye çıkardım.
Benim kanımı kaynatan o kudret tam karşımda duruyordu.
"O tabloyu kim çıkardı?"
Daldıkları işlerinden uyanan genç çocuklar önce manasız gözlerle bana, ardından gözlerimi takip ederek arkalarına baktılar. Solda, kapının yanında oturan sarı bukleli bir genç, sinirimden nasibini almak istemiyor olacak ki çekinerek el kaldırdı.
Kaşlarım çatık, hipnotize olmuş öylece tabloma bakıyordum.
"Depodan çıkardım. Çıkarmamalı mıydım?"
"Evet!" dedim hemen.
Dişlerim birbirine kenetlendi, çene kemiklerim boyun damarlarımı gerdi. Sakin kalmayı, uzun yılların ardından içimdeki öfkeyi bastırmayı öğrenmiştim. Bir nefes almalıydım. Göğsümde yanan alevi söndürmeyeceğini bile bile derin bir nefes almalıydım.
"Siz mi yaptınız?" diye sordu merak içinde, tabloya bakarken.
"Evet." dedim öncekine nazaran kısıktı. Tablonun sesi beni güçsüz bırakıyordu. "Uzun zaman önce."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Portrait of a Lord on Fire | Namjin
Fanfiction[BİR SÜRE REST] 18. yüzyıl sonları, Fransa. Merhum babasından devraldığı mesleğinde en az onun kadar iyi olduğunu göstermek isteyen Kim Namjoon, genç bir adamın portresini yapmakla görevlendirilir. Genç ressam, yolculuğu kadar çetin bir görevi olduğ...