Balmorhea - Night In the Draw
_______
1 sene önce
"Yeni bölük geldi teğmenim."
Teğmen Seokjin, son stratejilerin ve istihbaratların bulunduğu masasından kalktı ve üzerini düzeltip onay verdi. Çadırından emir eliyle birlikte çıktığında, şafağın çoktan sökmüş olduğunu fark etmişti. Tüm geceyi çalışarak geçirmişti demek. Karargahın girişine doğru yürürken, top ve tüfek dumanlarından, alev islerinden daima gri ve kapalı gökyüzüyle güneşin verdiği savaşın nafile bir çaba olduğunu düşündü. Sabah ya da akşam. Aslında bu iki durum da onun için hiçbir anlam ifade etmiyordu, çünkü savaş, gündüz gece dinlemediğinden gün kavramını unutalı bir hayli olmuştu. Gün onun için ateşkes zamanlarıydı. Dinlenebildiği, kuşatma seslerinin kesilip sessizliğin asıl o zaman kulakları sağır ettiği, cenazelerini toplayabildikleri, hayatın devam ettiğini şaşırtıcı bir gerçeklikle yüzüne vuran sohbet ve gülüşme seslerini duyduğu saatler onun için gün demekti.
Cephe gittikçe kızışıyordu.
Fransa, düşmanlarıyla dört aydır kıran kırana çarpışıyordu. Kuzey cephesi deniz savaşlarıyla geçiyor, Doğu'da Prusya, en dayanıklı ancak en çok kayıpların verildiği savunma hattı olarak sayılıyordu. Kim Seokjin, kendi hatlarını koruyan, mertçe mücadele eden, parmakla gösterilen bir alayın cengaver, üstlerinin gurur duyduğu bir üsteğmeniydi. Ancak o bunun ne demek olduğunu biliyor ve gelecek gün doğumlarının getireceği vazifelerin planlarını kuruyordu.
"Bölük hazır ol!"
Yüz kişilik bölük postalların bomba gürültüsüyle yarıştığı bir ses çıkarıp hazır ola geçti. Birkaç onbaşı ve çavuşun yanı sıra iki astsubay ile asteğmen de gönderilmişti. Ön sıralarda daha gencecik olan erler duruyordu.
Tam o esnada, Kardeşini ortada, yaprak gibi titreyen diğer erlerin arasında, yıldızlar dolu büyük gözleriyle onu izlerken buldu. Kendi alayına er olarak gönderilmişti.
Damarlarının genişlediğini, boynunun kızardığını hissetti. Söz vermişti. Adada kalıp işleri idare edeceğine söz vermişti kardeşi!
"Onu çadırıma getir." dedi Seokjin, emir eline.
Bölük sayım yapıp gereken bilgileri edindikten sonra, emir elinin önderliğinde mühimmatlara doğru yol almak için hareketlendiğinde, Seokjin de kılıcının kabzasını sıkarak çadırına döndü.
"Üsteğmen Kim." Emir eli hızla selam verip eri çadıra soktuktan sonra Seokjin'in baş hareketini görerek bir selam daha verip çıktı. Er ve üsteğmen baş başa kalmıştı.
"Sarılmak için mi yanına çağırdın." dedi kardeşi muzipçe.
"Jungkook, seni pis yalancı!" Seokjin gözlerinden ateş çıkararak yürüdü ve kardeşini itti. "Adada kalacağına söz vermiştin! Nasıl gelirsin buraya?"
"Elinde pek ağırmış." Jungkook üniformasını düzeltip göğsünü ovdu.
"Cevap ver!"
Jungkook esprili dille abisini sakinleştiremeyeceğini anlayıp dudak kenarlarını düz hale getirdi. Aklına düşen anısını nasıl söyleyeceğini bilmiyordu.
"Kurallar basit, aile içinde bir erkek soyu devam ettirmek için kalmak zorunda. Bunu en iyi sen biliyorsun Jungkook, tüm aile fertlerin asker! Abin asker, baban alb..." Seokjin bir anda sustu. Cevap ortadaydı işte. "Babam mı?"
Jungkook susarak ileriye baktı. Bu net bir cevaptı. Bakışlarını ondan ayırmayan Seokjin, kılıcının kabzasını yeniden kavrayıp dışarı çıkmaya adım attı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Portrait of a Lord on Fire | Namjin
Fanfiction[BİR SÜRE REST] 18. yüzyıl sonları, Fransa. Merhum babasından devraldığı mesleğinde en az onun kadar iyi olduğunu göstermek isteyen Kim Namjoon, genç bir adamın portresini yapmakla görevlendirilir. Genç ressam, yolculuğu kadar çetin bir görevi olduğ...