9. Bölüm 🕊

42 10 24
                                    

Bölüm Şarkısı: Aurora ~Runaway

(Eklediğim yabancı şarkıların çevirisine bakarsanız daha iyi olur. Özellikle bölümlere uygun seçiyorum şarkıları.)

Yorumlarınızı eksik etmeyiniz. İyi okumalar!

Bir yanım yalnızlığın içinde süzülürken diğer yanım kalabalık bir ortamın içindeydi. Buradaki herkesle yeni bir arkadaşlığa başladığım için bazenleri kendimi yapayalnız hissediyordum. Daha önceden birbirlerine alışmış, esprileri olan, sırlarını paylaşmış insanların arasında nasıl yalnız hissetmezdim ki? Ama bir yandan da bana karşı o kadar ilgililerdi ki sanki yıllardır ben de onlarla birlikteydim. Belki de onların yerinde olsam bu kadar alışamazdım. Erna hariç hiç kimseye bu zamana kadar ihtiyaç duymamıştım. Hatta onun dışındaki insanlarla muhattap bile olmak istememiştim.

Erna gitmiş ve ben yine kalabalığın içinde yalnızlığımı sorguluyordum. İshak da ortalıkta gözükmüyordu. Mina kucağındaki saksıyla ilgileniyordu. Soya da siyah saçlarını Dora'ya ördürüyordu. Çok güzel bir kızdı. Abisi Dean'in aksine gözleri daha az çekikti. Yüzü bembeyaz ve çok şirindi. Dudakları dolgun, burnu fındıktan farksızdı. Sessiz ve bir o kadar da sakindi. Pek olaylara bulaşmazdı ama cesaretli olduğu her hâlinden belliydi. Herhangi bir hareketlilik olunca direkt bir adım öne atıyordu. Sanki bütün dünyayı tek adımıyla koruyacaktı. Buradaki herkes birer savaşçıydı ve cesurdu. Onlar gibi olacağımı biliyordum fakat çekiniyordum. Benliğimi asla kaybetmek istemiyordum. Beni, ben yapan içimdeki vicdanlı taraftı. O tarafımı kaybedip gözü kara bir savaşçıya dönüşürsem ben artık o eski ben olmazdım. Ve kötü tarafımın şeytandan farksız olduğunu hissedebiliyordum.

İshak'ı fark ettim. Endamıyla yere güçlü adımlar atarak bana doğru geliyordu. Ne de ihtişamlıydı. "Atlılar kovalıyor galiba, bu nefes ne?" Mina yanımda gülerek demişti. Ne zaman İshak'ı görsem kalbim gereğinden fazla hızlı çarpıyordu. Nefesim biri beni kovalamışçasına hızlı oluyordu. Bana ne oluyordu böyle? Aptal biri değildim ama kabul etmek de istemiyordum. Her şey zaten zorken bir de böyle zorlaştırmak istemiyordum.

Önümde durup elini uzattı. Anlamaya çalışır gibi bakıyordum güzel yüzüne. "Seni çalıştıracağım." Kendimi savunmam için görev vermişti Katy ona. Büyük, zarif elinin üstüne küçük ve beyaz elimi bıraktım. Babasının elini tutan küçük çocuk gibi tutmuştum elini. Her yerinden güven akıyordu ve ben en çok ona bakınca kendimi güvende hissediyordum.

Onunla birlikte bir odaya girdik. Geniş ve ferahtı. Spor eşyaları ile her yer dolmuştu. O siyah ceketini çıkarıp kenara koyarken ben de hırkamı çıkarıyordum. Tam karşısında durdum. İçimde büyük bir heyecan vardı. Yeşil gözlerine, mavi gözlerimi diktim. Hafif bir tebessüm yerleşmişti yüzüne. "Hazırsan direktifler vermeye başlayacağım." Kafamı hızla sallayınca gülümsemesi derinleşti, gülümsemesi derinleşince de o güzel gamzesi gözüktü.

"Hedefini karşı tarafın şakağı olarak belirlersen ve oraya kuvvetli bir şekilde vurursan beyni sarsılır, bilincini kaybeder. Şimdi duruşunu göstereyim." Bir hoca gibi anlatıyordu. Akıcı bir şekilde konuşuyor ve dikkatin başka yöne gitmesine izin vermiyordu.

Arkama geçti. Nefesimi tutmuştum. "Sağ yumruğunu kullanacaksan sol ayağının önde durması gerekiyor." Ellerimi arkadan uzanarak düzgün pozisyona getirdi. Ayağıyla sol ayağımı öne ittirdi. Bacaklarımı hafifçe büktü. "Biraz gevşe. Atik olman gerek." Kulağıma doğru fısıldayınca iyice gerilmiştim. "Böyle gevşeyemem ki." Hafifçe ona dönerken sesim kısık çıkmıştı. Dudağım çenesine değmek üzereydi. "Tamam, gevşemen için sana alan yaratıyorum." Belimdeki ellerini çekti ve önüme geçti.

"Hadi, at bakalım güzel yumruklarını." Hareketsizce durmasına rağmen tam anlamıyla ona vuramıyordum. "Kalçandan destek al ve hareketli ol, hadi ama." Dediği gibi hareketli olup ona yumruk atmaya çalışıyordum. "Ya sana vurursam?" dedim nefes nefese bir şekilde. "Problem olmaz."

LerzeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin