Eve gelir gelmez çantamı bir kenara fırlatıp banyoya koştum. Ellerimi yıkamadan bir şeylere dokunmaktan hoşlanmıyordum. Ellerim ve yüzümü yıkamanın ardından huzurlu bir şekilde yatağıma yatıp yorganı kafama kadar çektim.
Önceyi düşünüyordum. Yine. Önceden yalnız kalmaktan çok korkardım. Ama şimdi her şey değişmişti ve hala olanlara alışamamış olmama anlam veremiyordum.
Hendery ile lisenin ilk haftası tanışmıştık. Nasıl tanıştığımızı ben unutmuştum ama ona sorsam dakikalarca anlatırdı. Bir şekilde dünyanın en tatlı arkadaşlığını kurmayı başardık ve aynı üniversiteyi bile okuyorduk şimdi. Ama hayal ettiğimiz günleri yaşayamamak onu üzdüğünden daha çok üzüyordu beni. Çünkü sorumlusu bendim. Belki yüzde yüz her şey benim suçum değildi ama herkese övüp durduğum zekamla hiçbir çözüm bulamayarak ortada kalakalmıştım.
Sınav sonuçları açıklandıktan sonra Hendery ile sadece bağış yapmadığımız kalmıştı. Gerçekten. O gün sabaha kadar konuşup aynı üniversiteyi tutturmanın nasıl büyük bir şans olduğunu ve neler yapacağımızı planlamıştık. Bir ya da iki hafta sonra okula kayıt olmak ve bana ev bakmak için Seoul'e gelmiştik beraber. O benimle kalamayacaktı. Çünkü dayısı burada oturuyordu ve annesi de asla izin vermezdi başka bir yerde kalmasına. O zaman buna çok üzülmüştüm ama şimdi benimle yaşamadığına şükretmem gerektiğine inanamıyordum.
Dayısı bana bu evi bulmak için o kadar yardım etmişti ki hala gerçek bir teşekkür edemediğim için de ayrıca suçluyordum kendimi.
Birkaç zorlu taşınma günleri sonrası güzel bir ev olmuştu burası bana. Özellikle odamın penceresini çok seviyordum. Uzun binalar evin diğer tarafında kalıyordu. Odamın penceresinden gökyüzünü görebilmeyi seviyordum.
Ve 1 Ağustos günü Hendery'le güzel bir buluşma günü ayarladık. Şehri gezip tanıyacaktık. Evden çıkmış yolladığı adresi bulmaya çalışırken kaybolduğumu anlamıştım ama bu bile güzel geliyordu. Şehri tanıyordum işte. Ardından binalar yerine artık tek tük villa gibi evlerin olduğu bir sokağa girmiştim. Buradan nasıl çıkacağımı düşünüyordum. Ambulansla olacağını tahmin edemezdim.
Ben yürümeye devam ettikçe içimde kaybolmanın huzursuzluğu alevleniyordu. Bir dairenin önünde durdum. Hendery'i arayıp beni almasını söylemenin vakti gelmişti. VE BUM.
O andan sonra çok bir şey hatırlamıyordum. Elime telefonu almıştım. Etraf çok sessizdi. Koca bir patlama sesinden sonra gözlerimi birinin gözlerine bakarak açtığım için o patlama sesinden daha korkunç şeyler duydum zihnimin içinde. Karşımdaki kişinin korktuğu, arzuladığı, sevdiği hatta korktuğu şeyleri vücudumun her bir yanında hissettim. Ölüyorum sandım. Ben sandım ki aslında belki de öldüm. Sandım ki o korkunç patlamada öldüm ve şimdi dünyada bomboş bir ruhla gezip insanların içini görüyorum. Keşke öyle olsaydı.
Neler olduğunu fark etmem uzun bir zamanımı almıştı. İnsanların gözlerine baktığım an yaşadıkları, hissettikleri her şeyi görmeye başlamıştım. Göz temasını da kesemiyordum. Karşımdaki kişi gözlerini gözlerimden çekmediği her saniye korkunç bir sonsuzluğa sürüklenip o sonsuzlukta hiç tanımadığım biri oluveriyordum. Böylece dünyanın en ürkek insanına dönüşmem de uzun bir zaman almadı. O sonsuzlukta tek başıma başkası olmak... Korkunçtu. Bu şeyi üstümden nasıl kaldırabilirdim bilmiyordum. Her gün düzenli olarak düşünüp cevap veremediğim için artık kafayı yiyecek duruma gelmiş olmak, en yakınlarıma bile bu konu hakkında konuşamamak beni uçuruma sürüklüyordu. Çıkıp hava bile alamıyordum, biriyle göz göze gelmemek için!
Ben uyanıp o doktorun tüm hayatını saniyeler içinde yaşarken ne olduğunun farkında değildim. Öldüğümü sanmak çok kolaydı. Ama Hendery'nin bana seslenen sesini duymak her şeyi, kısa bir süre için de olsa, daha katlanılır bir hale getirmişti. Doktor Hendery'e kafasını çevirir çevirmez gözlerimi kapatıp yüzümü buruşturmuştum.
Kime minnettar olmam gerektiğini bilmiyordum ama iyi ki kapatmıştım gözlerimi. Ya Hendery ile göz göze gelseydim? Bu hem cevaplayamadığım hem de cevaplamak istemediğim soruların içine giriyordu. Çünkü en çok bundan korkuyordum. En yakınlarımın gözlerine bakmak artık benim için imkansız bir olaydı.
Hendery ailemi korkutmamak için hiçbirini aramayıp bir gün boyunca başımda beklemiş. Bunun için de gerçek bir teşekkür edememiştim. O kadar minnettardım ki kendisi hayatımda olduğu için. Ama bunu eyleme dökememek omuzlarıma taşıyamayacağım yükler ekliyordu.
Hendery hastane odasında bana güzelce bakmaya devam ederken ben gözlerimi açmamaya odaklıyordum kendimi birileri odadayken. O an bunun gözlerle bir ilgisi olduğunu bilmiyordum ama gördüğüm ve hissettiğim şeylerden kafamı arındırmak için gözlerimi kapalı tutuyordum. Yine o gün odama bu patlamaya sebep olan o insan girmişti. Keşke o gün gözlerimi açıp baksaydım ona. İliğini sömürmek istiyordum. Beni lanet olası bu duruma getiren şeyin o patlama olduğunu anlayacak kadar çok düşünmüştüm üstünde. Ve zaman geçtikçe o odada bize söylediği yalanları da.
Odaya girer girmez kendini tanıtıp patlamanın kendisi yüzünden olduğunu söylemişti. Özür dilemek için geldiğini. Hendery'le iki üç kelime konuştuktan sonra uyuyup uyumadığımı sormuştu. Ben cevap vermiştim. Hendery de ardından kendimi dinlendirdiğimi söylerek kibarlık ediyordu ama o zaman bile o kişiye kin duyuyordum. Yüzsüz gibi odama kadar geliyordu. Gerçekten ama!
Birkaç şey zırvaladı anlayamayacağımız terimler kullanarak. Patlamanın olduğu nedenleri sayıyordu karşımda ama ben bir şey anlamıyordum. Polis bile karışmamıştı bu işe. Patlama olduğu anda etrafta kim varsa ölme riski olmasına rağmen hemde. Bir şekilde içimden zaten girdiğim sokağın normal bir sokak değil de para kokan bir sokak olduğunu hatırlatıyordum. Tabi ki parayla çözmüşlerdi her şeyi. Her zamanki gibi.
Bunları hemen o an ön yargıyla düşünmemiştim tabi ki. Üstünden koca bir altı ay geçmişti ve ben de yeni yeni itiraf ediyordum kendime çoğu şeyi.
Fakat bugün hiç olmayan bir şey olmuştu işte. Kendime yalan söylemeyi bırakmak için düşünecektim bunun üstünde. Bugün, altı aydır göz göze geldiğim herkesin içini görebilmeme rağmen otobüsteki o çocuğun düşündüklerini hatta hissettiklerini göremiyordum. Çoğu zaman hisler daha baskın oluyordu. İlk onlar hücüm ediyordu vücuduma ve ben yaşıyormuşum gibiydi. O yaşlı kadınla göz göze geldiğimde de kriz geçiriyormuşum gibi hissetmem kadının kaldıramayacağım kadar korkunç bir hüzün içinde olmasıydı.
Yani ya o çocuk hiçbir şey hissetmiyor ve düşünmüyordu (ki muhtemelen böyle bir ihtimalin olasılığı milyonda birdi). Ya da gerçekten tuhaf bir şeyler vardı. Ne olacaktı.... Bana Bella mı?
Her şeyin içinde bir de bunun çıktığına inanamıyordum. Ama yine de yarın o otobüse binmesini istemekten de geri durmuyordum. Denemek istiyordum. Hendery için, altı aydır tatillerde bile bahane uydurarak gidemediğim evime dönebilmek için. Birilerinin gözüne bakmak ve sadece kendi yansımamı görmek istiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sunset + markhyuck
FanfictionAdı Mark'mış. Tüm yol boyunca beni izlemiş. 17 müzik boyunca. Tatlıymışım ben. Ve görüşürmüşüz.