"Hepsi yanlış. Burada olmamalıydık. Ama buradayız. Büyük hikayelerde olduğu gibi, Bay Frodo. Gerçekten önemli olanlardaki gibi. Hepsi de karanlık ve tehlikeyle doluydu. Bazen sonunu bile bilmek istemezdin çünkü son nasıl mutlu olabilir ki? Bu kadar kötü şey olmuşken dünya eskisi gibi nasıl olabilir ki? Ama sonunda bu gölge sadece geçici bir şey. Karanlık bile önünde sonunda geçmek zorunda. Yeni bir gün gelecek ve güneş parladığında çok daha berrak bir şekilde parlayacak."
"Akılda kalan hikayeler bir anlamı olan hikayelerdi. Nedenini anlamak için çok küçük olsan bile. Ama Bay Frodo, sanırım ben anlıyorum. Artık biliyorum. O hikayedekilerin geri dönmek için birçok şansı olurdu ama dönmezlerdi. İlerlemeye devam ederlerdi. Çünkü inandıkları bir şey olurdu."
"Biz neye inanıyoruz, Sam?"
"Bu dünyada biraz iyilik kalmış olduğuna, Bay Frodo. Ve uğrunda savaşmaya değer olduğuna."
Dışarda yapabileceğim hiçbir şey kalmadığından ekim ayı gibi film listemdeki filmleri bitirmeye kararlıydım. Yüzüklerin Efendisi'ni yarım yamalak hatırladığım için oturup tekrar izlemek istemiştim ve ikinci filmdeki bu sahnede içim dolmuş taşmış; Frodo, Samwise The Brave dediğinde ise birkaç dakika ağlamıştım.
İçim dolmuş taşmıştı çünkü dünyada biraz bile iyilik kaldığını düşünmüyordum.
Ağlamıştım çünkü bana bunu hatırlatacak olan cesur arkadaşımı kendimden çok uzaklara itiyordum.
Sabah okul için hazırlanırken aklıma bu sahne gelmişti. Zihnimin içinde; kendimi, vicdan azabı ve mutsuzluğumun darağacında asmaya çalışıyordum ama klozetin üstünde oturmaktan bacaklarım uyuşmuştu. Üstelik geç kalacaktım. Artık bu düşünceler gelecekteki benin problemiydi.
Okulu öyle boşlamıştım ki bir hafta önce hangi bölümü okuduğumu sorsalar cevaplayamazdım. Şimdi çantama bir defter atıp evden hızla çıkarken bir şeyler için sadece çabalamaya başlamış olmak bile daha iyi hissettiriyordu. Koca ve huzurlu bir nefesi rahatça almamı sağlamaya yarıyordu. Birkaç dakika sonra durağa gelip beklemeye başladım.
Ertelemeye çalışıyordum fakat dün karşılaştığım çocuk elbette ki zihnime düşmek için an kolluyor gibiydi. Bakışlarım ayaklarımın saçma hareketlerini izlerken yine otobüse binmesini diliyordum.
Ne olur otobüse bin ve ben bir kez daha birine bakıp sadece kendimi göreyim.
Bugün başımı ağrıtacak playlistimin yerini sakin bir playliste devretmiştim çünkü daha dikkatli olmalıydım.
Otobüse binerse sesini duymalıydım.
Birinci şarkımın sonunda otobüs gelmişti. Biner binmez dün oturduğum yere bakmaya çalıştım bakışlarımı çok kaldırmadan ama çift bir bacak görmek beni hiç şaşırtmamıştı. İstediğimi hiçbir zaman alamayacaktım tabi ki...
Bu sefer daha önlerde bi yere oturup derin bir nefes verdim. Ben bindikten kaç durak sonra ya da benimle mi bindiğini hatırlamaya çalışıyordum ama o sırada gerçekten beynimi meşgül etmesi için çok fazla şey düşündüğümden her şey birbirine girmişti. Bu sefer içlice derin bir nefes alıp gözlerimi kapatmıştım.
Bu sırada omzumda küçük bir dokunuş hissetmemle önce heyecanlandım sonra çok korktum. Korkmaktan önce heyecanlandığım için daha da çok korktum. Ne oluyordu da daha dün gördüğüm çocuk olma ihtimaline karşı heyecanlanıyordum.
Ne olur sen ol.
Gözlerimi açmadan kulaklıklarımı indirmiştim. Bir ses çıkmasını beklerken bayılacaktım.
"Merhaba?"
Sesini bu kadar hızlı tanıyacağımı düşünmüyordum. Kalbimin kulaklarımda attığını hissettim. Otobüsten atacaktım kendimi heyecandan. Dışardansa öyle görünmemeyi umarak yavaşça gözlerimi açıp kaldırdım başına doğru.
Ya kendimi göremezsem şimdi beni kim kurtaracaktı?
Cesaretimi saliseler içinde toplayıp çat diye gözlerine çıkardım gözlerimi.
Hiçbir şey yoktu. TEK BİR KELİME BİLE. ANLIK HİSSETTİĞİ DUYGULAR BİLE YOKTU KAFAMIN İÇİNDE.
Üç saniye içinde kendime gelmezsem mutluluktan şarıl şarıl ağlayacaktım bu gidişle. Gözlerimin içi gülüyordu. Bu onu şaşırtmış olacak ki bana kaşlarını kaldırıp indirdikten sonra gülümsemişti. Yerin dibine girecektim, avanak gibi gülüyordum karşısında bir şey söylemeden ama çığlıklar atıp kahkahalarla gülme isteğimi geriye nasıl atabilirdim ki. Hala bir merhaba bile diyemediğimi de unutmuştum zaten o tekrar konuşana kadar.
"Dün konuşmuştuk ya biraz. Selam verip yanına oturmak istedim bu yüzden. Üstelik okuluna da sık sık gelip gidiyorum. Arkadaş olabiliriz belki?" deyip topu bana bırakmıştı tekrar.
Seninle tabiki arkadaş olacağız.
Artık gerçekten konuşmam gerektiği için " Oh, merhaba. Arkadaş olabiliriz elbette." deyip gülümsemiştim.
Eski sosyal ve neşeli Donghyuck (asıl ismimi gerçek eski bene saklıyordum) içerde gerinerek uyanmaya başlıyor gibi hissediyordum.
Okula gelene kadar kısa kısa birkaç şey hakkında konuşmuştuk ve ben bu süreçte bir kez bile başımı eğmeden gözlerine bakmaya devam etmiştim. İner inmez dans etmeyi düşünüyordum bu süreçte.
Arkadaşı bu okulda okuyormuş ve onu görmeye geliyormuş. Kendisinin nerde okuduğunu sormayı bile unutmuştum heyecanımdan. Zaten kısa bir zaman sonra inip yollarımızı da ayırmıştık. Benim heyecanım da yavaş yavaş sönüyordu sınıfa doğru başım yere eğik bir şekilde yürürken. O an aklımda kocaman bir kütüphane devrilmişçesine bir ses yankılandı.
Bana buraya sık sık geldiğini söylüyordu ama dün gittiği yolun doğru olup olmadığını beni sarsarak öğrenmeye çalışmıştı.
Benimle arkadaş olacaktı ama adını bile söylememişti.
Gerçekten büyülü biri miydi de aklımdan her şey uçup gidiyor, düşüncelerimi toplayamıyor, cevap veremiyor ve zihnine giremiyordum?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sunset + markhyuck
FanfictionAdı Mark'mış. Tüm yol boyunca beni izlemiş. 17 müzik boyunca. Tatlıymışım ben. Ve görüşürmüşüz.