V - Sweet Night
Ne yapacaktı? Cidden kışlaya gidip asker olarak eğitilmesini mi istiyordu babası?
'Bunu kesinlikle yapmayacağım' diye tekrar geçirdi içinden. Babasının her dediğini ikiletmeden yapmıştı şimdiye kadar ama bunu yapmak istemiyordu. Koca imparatorlukta kendi yaşında olan binlerce genç gidiyordu kışlaya. Bir kişi eksik olsalar ne olurdu yani?
Bu tür askeri şeyler ona göre değildi. Ayrıca her ne kadar istememesine rağmen dövüşmeyi çok iyi biliyordu, gerekli olduğu zaman kendini savunmayı biliyordu. Eğer savaş gibi bir durum olursa ok kullanmada da iyiydi. İllaki oraya gidip o askeri ortamı görmek, disiplin sahibi insanlardan emir almak zorunda mıydı?Değildi. Değildi ama babasını bunu anlamak istemiyordu.
İnsanlara "bakın onu annesi olmadan büyüttüm. Ne kadar terbiyeli, güçlü ve saygın biri olduğuna bakın. Şimdi de asker olacak, beni her zaman gururlandırıyor" demek istiyordu ama bunu düşünürken oğlunun düşüncesini önemsemiyordu.
Hoseok sanat adamıydı, Resim yapmaya bayılırdı. En büyük hobisiydi. Hatta ileriki zamanda bu konuda eğitim vermeyi de düşünmüştü ama hiç öyle bir fırsatı olmamıştı şimdiye kadar.
Kışlaya gidip sanat hayatını mahvetmek istemiyordu.
Sabah kahvaltıdan sonra, at arabası onu Fransa'nın bir ucuna, sınıra götürmek için gelecekti. Güneşle birlikte kalkıp, dayısı Fulbert'ın yanına gitmesi gerekiyordu. Onu kurtarabilecek tek kişiydi dayısı.
Fulbert kız kardeşinin ölümünden sonra iyice yeğenine düşkün olmuştu. Kız kardeşinden kalan yegane hatıraydı, bu yüzden Hoseok onu reddetmeyeceğini biliyordu. Onun yanına gidip onu saklamasını istiyecekti ve böylelikle kışlaya gitmekten kurtulacaktı.
Tüm bunları evlerinin terasında yıldızlara ve dolunaya bakarak düşünmüştü. Üşüdüğünü hissedince içeri girdi. Sonbahara yeni girmişlerdi hava artık eskisi gibi sıcak değildi.
İçeri odasına girip mavi pijama takımını giydi. Çift kişilik yatağına oturup yorganının altna girdi. Kafasını yumuşacık yastıkla buluşturdu. Hemen uyumalıydı çünkü yarın epey yorulacağı kesindi.
...
Kafasını bu konuya fazla yorup, kendini ona göre planladığından mıdır pek bilinmesede tam olarak güneş doğarken uyanmıştı. Bu mükemmel bir zamanlamaydı.
Hemen yataktan kalkıp dolabının önüne geldi. Kendine bir süre yetecek kadar kıyafet alıp giyinmeye başladı. Bu sefer o kadarda şık giyinmemişti. Bunun sebebi dikkat çekmek istememesiydi. Özensiz kıyafetlerle kesinlikle dikkat çekmeyecekti.
Ah birde kafasını tamamen örteceği bordo pelerin vardı.
Eşyalarını alıp sessiz ve yavaş hareketlerle evden çıktı. Pelerini sayesinde soğuktan azda olsa korunuyordu.
Gündüz ve akşam saatlerinde coşku dolu olan şehir şimdi o kadar sessizdi ki...
Yaprakların hışırtısından ve güneş doğduğu için ortaya çıkmaya başlayan kuşların cıvıltısından başka bir şey yoktu yürüdüğü sokakta. Arka sokaklardan geçip eski evin önüne geldi. Ahşap kapıya ulaşıp ince parmaklarını kırarak eklem yerini iki kere vurdu. Adım sesleri gelince gülümsedi. Dayısı her zaman güneşle birlikte kalkardı.
Kapı gıcırdayarak açılınca kafasını eğdiği yerden kaldırıp dayısının yaşlı yüzüne baktı. Yaşlı adam yeğenini görünce ilk önce şaşırsa da sonra gülümsedi.
"Ah! Mon Espoir* hoş geldin."
"Hoşbuldum! Günaydın dayı."
"Günaydın. Hangi rüzgar bu saatte seni buraya attı? anlat bakalım."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
La Douleur Exquise - SOPE
Fiksi Penggemar1600'lü yılların ileri gelen asillerinden Jung Hoseok ile kentin en lezzetli şaraplarını yapan ve aynı zamanda aşk romanları yazan Min Yoongi'nin eşsiz hikayesi. La douleur exquise anlamı: Fransızca'da, asla birlikte olma ihtimalinin olmadığı, imkan...