Maziye Adım Adım

55 4 0
                                    




Çok uzak bir kokuyu yanı başına getirmişçesine derin bir nefes almıştı ve ardından camı kapatmış yine derin düşüncelere dalmıştı. Geçmiş, hala geçmemiş, hala bugünde, belki yarında da olacak kadar tesiri kuvvetli bir halde, silinemez olan bu hikayede Müjgan işte o gün yeniden ölmüştü. 

     2000 yılının çok sert geçen kış mevsimiydi. Kar, tüm şehri kaplamış; soğuk, kapalı camlardan bile içeri sızmayı başarmıştı. Bu bembeyaz görüntü görsel anlamda herkesi etkilese de iş, okul ve ihtiyaç için evden çıkanlar epey zorlanıyordu. Okullar tatil edildiğinde annelerin tatlı telaşı biraz olsun dinmişti ancak aynı durum Müjgan için geçerli değildi. Çünkü o, 18 yaşına gelen kızını hala küçük bir çocuğun savunma ihtiyacıyla koruyordu. Büyüdüğünü bir türlü kabullenemiyordu ve bu durum da Meva'yı çoğu kez ergenliğin de verdiği etkiyle öfkelendiriyordu. Aralarındaki bu çatışma tatlı bir öpücük ya da küçük sevimli şirinliklerle çabucak aşılsa da asıl sorunun aralarındaki çağ farkı olduğunu biliyordu Meva. Zaten bu iki insanın yapayalnız hayatlarında tek sığınakları yine kendileriydi. Zaman denen kavram insanoğluna özel değil mi ki? Peki 'zaman neden bu çatışmaları artırarak ilerliyor' diye düşünen Müjgan'ın kafası cama yaslanmış hala eve dönmeyen kızını telaşla beklemeye devam ediyordu.

     Karaköy'de basık bir sahil kesiminde alelade bir apartmanın en üst katında, küçük odalarının her birinin hatıralarla döşeli olduğu bu evde Müjgan 36 yılını geçirmişti ve zamana yenik düşmeye direnen eşyalarını değişmek hiç istememişti. Evin en geniş yeri olan salonda karşılıklı duran zümrüt yeşili koltuklar senelerin yükünü taşımaktan hiç yorulmadan dimdik ayakta duruyordu. Arka tarafta ise bir duvarı boydan boya kaplayan kitaplık ve içinde hiç eskimeyen kitaplar dolmuş da taşan su bardağını andırırcasına huzur kokuyordu. Kitaplardan arta kalan her alanı doldurmaya yemin etmişçesine biblolar her gidilen tatilin, gezilen görülen yerlerin birer hatırası gibi unutulmayı hak etmemesini hatırlatmak için dizilmişlerdi yan yana. Her anı hatırlanmaya değerdi bu evde, hala yaşayan, hala yaşatılan bir yanı vardı hepsinin. Çerçeveye koyulan, değerli, stabil kalan tozlu bir fotoğrafı her an yaşatır gibi eşyaları, evi hiçbir zaman değişmeyi göze alamıyordu. Camı boydan boya saran perdeler sadece geceleri kapanırdı, dışarıdan gelen her ışığın eşyaların üzerinde dolaşması o kasvetli eşyaların canlılığını sürdürürdü. Evin dönemin modasına en yakın odası Meva'ya aitti. Evin arka tarafına bakan odasında perde hep kapalı siyah mobilyanın hakim olduğu odanın bir köşesi psikoloji kitaplarıyla dolup taşıyordu. Meva, psikoloji bölümünü küçük yaştan beri çok istiyordu. İstediği de olmuştu. Henüz birinci sınıfta olmasına rağmen hiçbir dersini ihmal etmez, okuduğu bölümde ilerlemeyi ve geleceğini bu mesleğe adamayı istiyordu. Çok yakın bir zamanda aldığı bir ödev, daha okulun hatta mesleğinin başında ona büyük bir ödül vermiş olacaktı. 'Seçilen bir kişinin hayatının psikolojik analizini yapmak' Ödev aslında bu kadar basitti ve bir o kadar da zordu. Çünkü Meva, henüz 5 yaşındayken kaybettiği babasını ve geride tek başına onu büyütmeye çalışan annesini hayatının merkezine almış, geri kalan herkese de içini kapatmıştı. Tanıdığı, bildiği, güvendiği, inandığı tek bir insan vardı: Müjgan. Annesinin kalbinin derinlerinde acıdan bir duvar vardı, bunu görebiliyordu. 5 yaşında annesinin gözlerinde gördüğü, hala daha devam eden o acı... Ama peki, öncesi? Müjgan nasıl bir hayat geçirdi? Neler yaşadı? Herkesten sakındığı, hatta kızından bile sakındığı hayatında neler vardı? Kalbini bu kadar kapatan, kapattıran ne vardı? Meva işte bu sebeple bu kişiyi annesi olarak belirledi. Annesine bir adım daha yaklaşmak, onu anlamak, öğrenmek için... Peki, Müjgan için bu durum ne ifade ediyordu? O, buna hazır mıydı?

     İşte tam bu sıradan hayatın sürüncemesi arasında Müjgan düşünceler girdabından bir türlü kurtulamıyordu. Meva'nın ona bir gün önceden söylediği sözler beyninde devamlı aynı noktada dolaşan hain, kibirli bir anın yolcusu gibiydi. Meva henüz okuldan dönmemişti. O dönünce her şey başa dönmeyecek miydi? 'Hayır, yapamam, o günlere dönemem' diyebilecek miydi? Bu kadar kolay mıydı? Geçmiş, hala geçememişken, içinde dolaşan kara bulutlar hala ilk günkü tazeliğini korurken o yaşlı ninenin yavru balıklara küçük kara balığın hikayesini anlattığı gibi içten, sıcacık bir anıyı anlatır gibi kendi hikayesini Meva'ya anlatabilecek miydi?

        Müjgan kafasında dolaşan düşüncelerle karamsarlaşmıştı: ''Ah karadeniz... O güzel çimenlerinle, o hırçın denizinle kaç gençlik bugüne getirdin. Belki çok daha farklı bir coğrafyada, çok daha az sıkıntı çekerek, mutlu olabilecektim. Ama belki çok daha farklı bir ailede doğup büyüseydim her şey daha farklı olurdu. Belki ne yerde ne ailedeydi sorun. Belki yanlış bir zamanda doğdum, hatta erken ya da çok geç. Belki hiç doğmamalıydım. Aslında karadenizin bir suçu yoktu değil mi? Suç hayatın mıydı? İnsanoğlunun mu? Bize hayatı kim öğretti? Anne mi baba mı? Değil... Ama sen bana hayatı öğrettin karadenizim. Sen bana çocukluğumu, ergenliğimi yaşayamayışımı, gözyaşlarımı, acılarımı, yorgun yıllarımı, korkularımı, sen bana hayatı öğrettin. Sana kızamam. Şimdi birazdan eve dönecek kızına anlatacakların için hazırla kendini.''

     Anahtar sesini işiten Müjgan'ın boğazında istemsiz oluşan yumruk onu biraz daha güçsüzleştirmişti. Bu düşüncelere boğulmuşken pencereden boş boş baktığını anlamıştı. Aslında bazen her insan gibi anılarını anlatırdı Müjgan da. Ama anlattığı anıların sıradanlıktan başka elde tutulur bir yanı olmazdı. Okuduğu kitaplar, oynadığı oyunlar, karadenizin yaylaları... 'Peki ya ailen' diye sorardı Meva. Anlatmazdı da... O zorlardı. ''Anlat'' diye. Artık yaşını almış bir kadındı. Üzerinden onca zaman geçmişti. Aynalara baktığında çok iyi görebiliyordu bunu. Cahit Sıtkı doğru demiş dedi kendi kendine ''Hangi aynaya baksam ben değilim''

     Artık o ürkek bakan masum küçük ama çok güzel kız yoktu aynada. Aynalar küsmüş gibi. Niye kendine bakmadın der gibi. Yaşadıkların seni yıprattı der gibi. Zamanında bir sürü korkusu varken şimdi en büyük korkusu geçmişe gitmekti. Mazi onun için gıcırdayan bir kapının buz tutmuş kapı kolunu çevirip korkuyla ve endişeyle ilk adımı atmak gibiydi.

                                             ***

     Meva hayli mutlu, dinleyeceklerinden habersiz gelmişti Müjgan'ın yanına. Üzerinde tatlı bir heyecan vardı. Bir iş görecek olmanın verdiği hazla soracaktı mazisini Müjgan'a.

      Sesindeki hafif buruk tınıyı yok etmek için boğazını temizleyerek: ''Merak ettim, geciktin...'' deyiverdi Müjgan yanağına yılışık öpücüğü alırken. Meva ise içine sığmayan coşkuyla:  'Notları aldım arkadaşlardan. Sorular, belgeler ve birkaç çıktı.  Aşırı heyecanlıyım, bu ödev artık benim için çok kıymetli, ondan başka bir şey düşünemiyorum. Eve nasıl koşarak geldiğimi hatırlamıyorum bile. Neyi, ne şekilde anlatacaksın, nasıl bir araya getireceğim bunları bilemiyorum. Kafam allak bullak ama içimde aşırı bir istek var. Bunu başaracağız anne. Beraber. Ben ikimize de güveniyorum'' Sonra dudağını bükerek: ''Kararını verdin mi? Tüm detaylarıyla bana hikayeni anlatabilecek misin?'' diyen Meva  göz ucuyla Müjgan'ın derinlere dalan buğulu gözlerinde olumlu bir cevap aradı ve sonunda Müjgan'a bu durumu kabul ettirdi.

     Mazinin kapısına ilk adımı atıyordu. İstekle ya da isteksizce... Korkarak ya da korkmayarak... Sadece bir adım atıyordu. Kapının üzerine kapanacağını ve belki de bir daha oradan çıkamayacağını bilerek...

Müjgan O Gün ÖlmüştüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin