bölüm iki²

639 135 87
                                    

∿

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


"...inanılır gibi değil. Evet.
...bu sefer şu notlardan biri alt sınıftaki Hee Jin'e gelmiş, bu hafta sonu arkadaşlarıyla sinemaya
gitmemesi gerektiği yazıyormuş.
Bilmiyorum, sanırım Hee Jin gerçekten gitmeyecek oraya çünkü süper kahraman olayını fazla ciddiye alıyor. Gerçi, Chenle'ye olanlardan
sonra ben de ciddiye almıyor değilim."

Hemen yan tarafımdaki kamelyada oturan üst sınıfların konuştukları olay istemsizce dikkatimi çektiğinde, hem onlara hem de olanlara karşılık tepkisiz kalmak istesem de yapamamıştım. Biraz kafamı rahatlatmak için geldiğim yerde bile aradığım huzuru bulamadığımı hissediyordum. Elimdeki telefonu hızla kapatıp sırt çantama attığımda ciğerlerime derin bir nefes yükledim. Birden ayağa kalkarken aklımdan ne geçiyordu, bilmiyordum; sadece, yaşanan tüm bu şeylerin uzağında kalmak yapmam gereken en doğru şeymiş gibi geliyordu.

Parlatıcılı dudaklarımı birbirine bastırarak lacivert çantamı omzuma astığımda bulunduğum kamelyadan ayrıldım ve az önce konuşanların seslerini duyamayacak hâle gelene kadar yürümeye devam ettim.

Bazen çok abarttığımı düşünüyordum, insanların başına kötü şeyler geliyorsa ve birileri bunu durdurmak için çabalıyorsa bundan ürkmemem gereki-

"Oh, Yifei!"

Aniden omuzlarımda hissettiğim eller ile refleksen geri adım atmaya çabaladığımda bunu doğru düzgün başaramamıştım, ne olduğunu anlamaya çalışırcasına bakışlarımı tam önümde duran kişiye diktiğimde gördüğüm yüz ile sessizce iç geçirmiştim.

"Donghyuck..." Mahçupça söyledim.
"Üzgünüm, seni fark etmedim."

Derin düşüncelere daldığım o kısacık süre zarfında tam olarak onu nasıl görmediğimi bilmiyordim ancak neredeyse çarpacağım Donghyuck tam zamanında beni durdurabilmişti.

"Çok kırıldım şu an, beni
nasıl fark etmezsin?"

Donghyuck, gülerek açık kahve saçlarını eliyle geriye taramış ve tek omzunda asılı duran çantayı düzeltmişti.

"Bakıyorum da,
seninle denk gelmek bile zorlaştı."

Donghyuck, Jinu'dan sonra en sık konuştuğum, ancak şu sıralar pek de denk gelmediğim arkadaşlarımdan biriydi. Bu ona özel bir durum değildi. Bir süredir kimseyle konuşmamak için çabalayan bendim çünkü nereye gitsem duyduğum o süper kahraman hakkındaki farklı farklı yorumlar, zihnimi meşgul ederek beynimin kapasitesini zorluyordu. İnsanların fikirlerini duymak istemiyordum, bu yüzden dediğinde sonuna kadar haklıydı.

"Sınavlar..." Onu inandırmak ister
gibi mırıldandım. "Bilirsin, benim için
stresli geçiyor."

İnanıp inanmadığını bilmediğimden bakışlarımı kaçırmış bir vaziyette yere, beyaz botlarıma doğru baktım.

"Bilmem mi," Kısmen gerçek olan cevabımı anlamış
gibi konuşması üzerine ona baktığımda devam etti.
"Kendini bu kadar yorma. Ne uğraşıyorsun,
gir gitsin işte."

Son cümlesini bana acırmış gibi bakarak söylediğinde gülümsemeye çalışmıştım çünkü bunu söyleyen kişi, basketbol takımıyla fazlasıyla meşgul olmasına rağmen derslerine de vakit ayıran ve en az benimkiler kadar notlar alan nadir bir öğrenci tipiydi. Kısaca kendimi aptal gibi hissetmeme sebep oluyordu.

Kafamı kaşıyarak bakışlarımı ona çevirdiğimde gözlerini etrafımızda gezdirdiğini fark ettim, ardından da bir yerde durdurduğunu. Bizden uzakta olduğunu tahmin ettiğim yere yavaşça döndüğümde hemen ilerimizde bekleyen üç kişi gözüme çarptı.

Jaemin, Chenle ve Jeno.

Bakışlarım, yerinde hafifçe zıplayıp bize doğru el sallayan Chenle'ye kaydığında Donghyuck'un da el kaldırmakla yetindiğini ve birkaç işaret daha yaptığını fark ettim ancak ne olduğuna bakmamıştım.

Jaemin ise genellikle olduğu gibi bu sefer de telefonuyla konuşmakla meşguldü. Jeno'ya doğru baktım. Onu bir günde iki defa görmek bana biraz fazla imkansız görünse de tuhaf bir şekilde iyi hissetmiştim. Elleri siyah pantolonun ceplerindeyken arada bir esen rüzgâr yüzünden düz ve cansız siyah saçları havalanıyordu. Öylece dikilmiş ve en az ifadesi kadar donuk bakışlarını üzerimizde tutuyordu. Miyopluğuma rağmen tek bir mimiğinin bile oynamadığına yemin edebilirdim.

Yutkundum. Bakışlarımı hızla kaçırdığımda parmaklarım omzundaki kayışları sıkıca kavradı ve Donghyuck'a döndüm.

"Ben önden gidiyorum."

Onun da zaten gideceğini farz etmiş, hafifçe gülümseyip yavaşça arkamı dönmek üzereydim ki Donghyuck aniden koluma uzandı ve ona sorarcasına bakmamı sağlamasıyla beraber gülümsedi.

"Aslında yemek yemeye gidiyorduk,
sen de gelmek istemez misin?
Seninle oturup konuşmayalı baya oluyor."

Zaten kabul edeceğimi düşünüyor olmalıydı ki rahatça sormasıyla, bu teklif üzerine pek düşünmemiştim çünkü gerçekten havamda olduğum söylenemezdi.

"Üzgünüm ama yapmam gereken ödevlerim var,
yine de teşekkürler. Davetin için."

Ufak bir tebessümle oradan ayrılmak, yapmam gereken en mantıklı şeydi belki de ancak nereden çıktığını anlayamadığım Jinu, bir anda koşarak gelmiş ve kollarını aynı anda hem benim hem de Donghyuck'un kollarına geçirerek kocaman gülmüştü. Dengemi korumak biraz zor olsa da başardığımda ona şaşkınca baktım.

"Elbette geliyoruz çünkü Donghyuck ısmarlıyor!"

Sesinin yetebildiği kadar yüksek bir şekilde söylediğinde itiraz etmeme fırsat kalmadan ikimizi, bizi bekleyenlerin olduğu tarafa yürütmeye başlamıştı ki ben sadece basit bir yemeğin kimseye zarar getirmeyeceğini düşünmeye karar vermiştim.

[Zamanın ilerisini görmektense
zamanın gerisine gitmeyi ve
seni tanıdığım günü yok
etmek isterdim.]

bEN BU KURGU İÇİN
ÇOK FAZLA HEYECANLIYIM🤧🤧🤧
SİZ NELER DÜŞÜNÜYORSUNUZ
ŞEKER ÇUBUKLU ELMA ŞEKERLERİM??

there is a superhero in our school 英雄 jenoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin