Multimedya: bölüm şarkısı doomsday (kıyamet günü) mümkünse # işaretini görünce başlatın.
*Bollywood: Hint filmleri endüstirisidir. Amerikan filmleri Hollywood olarak tabir edilirken Hint filmleri ise Bollywood olarak adlandırılır.
-Ashani, Hintli bir kızdır--2 yıl sonra-
"Hayatın anlamı, gerçekleşmemiş hayallerdir. "
Karen bu cümleyi yaklaşık 5 sene önce bembeyaz odada gözlerinin ışığı sönmüş annesinin nefesinden duymuştu. Vücudunun acizliğine meydan okumaya çalışması daha çok canını yakıyordu sadece. O gün annesini yeniden ölümün kıyısından çekip alınmasına dayanamadı, yıkıp geçti ortalığı. Söz vermişti annesi halbuki, iyi olacağım demişti. Ona inanmadığını haykırdı, bu hayalle onu daha fazla kandırmamasını söyledi. Babası gibi defolup gidecekse eğer bunu kaldıramayacağını yakardı. "Bu lanet hayatın yapayalnız anlamı ne ki?!" Gözyaşlarıyla süzülen bu kelimelerin bir annenin canını ne kadar yakacağı umrunda değildi. Gerçekleşmemiş hayal... Ne yani annesinin yaşaması hayali gerçekleşmeyince hayatını anlamlı mı kılacaktı? Düşünemiyordu. Hangi anne çocuğunu bırakıp gitmek ister ki? Ya da düşünmek istemiyordu, çünkü yorgundu. Düşünmek şu zavallı beynini ne kadar da acıtıyordu bazen...
Ertesi gün, bu cümle beynine kazındıktan tam olarak 11 saat sonra, annesi gözlerini açmamak üzere kırptı. Annesinin ölümünden hatırası sadece uzun bir çizgi haline gelip tüm dünyaya onun öldüğünü anlatmak istercesine yüksek seste haykıran, hayatında duyduğu en uğursuz ses... Geri kalan her şey bu son kalp ritminde gerçekleşmişti sanki: sonsuzluğu temsilen annesinin o güzel yüzüne kapanan beyaz örtü, morg, seromoni... Sanki o sesi duyduğunda hastane mermerinde çakılıp kalmıştı ve bütün olaylar saniseler içerisinde etrafında şekil alıp bitmişti. Annesinin mezarını son ziyaretinde mezar taşına acı acı bakıp: "Bana söylediğin son sözün koca bir yalan olması ne kadar acı, değil mi anne?" demişti. Gerçekleşmemiş bir hayal, yaşamını alt üst etmişti.
Ama işte hayat, son zamanlarda Karen'a yaşadığı en güzel yanılmayı bahşetmişti. Dört kelimelik bu cümleyi şu son iki yıl ona farklı bir pencereden baktırmıştı. İnsanların arasına karışmayı, şehrin o kirli havasını ciğerlerine doldurmayı, üzüldüğünde bütün şehrin butiklerini alt üst etmeyi, barlarda takılmayı, eski dostları görmeyi, okula gidip telefonda arkadaşları ile öğretmenlerini çekiştirmeyi, pazar sabahlarını...Aklına gelmeyen ama gelse yüzünde buruk bir tebessüm oluşturacak şeyleri yeniden yaşaması için 2 sene daha dayanması gerekiyordu. Ve işte bu gerçekleşmemiş hayal ona devam etme gücünü sağlamıştı. Annesini ziyaret edecekti. Türkiye'ye gitmeleri umrunda değildi. "İskoçya bir uçağa bakar," diye geçirdi içinden. Mezarına hızlı hızlı koşup dizlerinin üstüne çökecekti yine : "Lanet olsun senin edebiyatçı ruhuna, gerçekleşmemiş hayal...Henüz gerçekleşmemiş hayal deyip beni kurtarabileceğini biliyordun değil mi? Bahse varım bilerek yaptın bunu, şu dört kelimedeki gizli anlamı bana 'hayatın' öğretmesini istedin değil mi? Geri döneceğimi de biliyordun...Ah, siktir! Söylememi deli gibi istiyorsun değil mi? Küfretmemden hep nefret ederdin... Senin gibi bir bayan olamadım anne ama hey, artık bana kızamazsın değil mi? Her neyse, söylüyorum işte: Haklıydın. Yine haklıydın anne..." sonra küçük bir gülümseme yerleştirecekti yüzüne ve biraz uzaklara bakıp başkalarının mezarlarına gelen insanların mimiklerini izleyecekti. Ardından muhtemelen Ryan onu arayacak, geç gelmemesini söylecek ama asıl amacı iyi olup olmadığını kontrol etmek olacaktı. Ah, Ryan... Çocukluğunu beraber geçirdiği kasabanın göz bebeği Ryan... Yokluğunda neler hissetti kim bilir...Kahretsin,öldüğünü söylemişlerdi ona, o güzel kahverengi gözlerinin dolduğunu hayal etmek bile acıtıyordu içini. Kendisini sapasağlam görünce yaşayacağı şoku atlatabileceğini umdu. Muhtemelen İstanbul'dan çıkmaları yasak olacaktı ama onu kimse tutamazdı. ATLAS' tan kaçmak işten değildi evet ama insanların arasından sıvışması çok kolay olacak. "Hah, durdurmaya çalışsınlar da görelim!" hayallerini kurdukça keyiflenen Karen'ın yüzü, sert gerçeklerle düştü... Duru, Ashani, Poyraz, Kayahan, Axel, Angèle, Charles... Bu iki senede teselli bulduğu bu arkadaş gurubunu öylece arkada mı bırakacaktı? Çekip gidecek miydi basitçe? Hepsine fazla değer veriyordu, İstanbul'a döndüğünde vereceği bu karar kendisini tanımasını sağlayacaktı belli ki zira şu an kalacağı mı yoksa gideceği mi konusunda hiçbir fikri yoktu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ATLAS
Science Fiction"Sol gözünün kahverengisini çalıp geriye açık bir mavi bırakan ve yine sol gözünün pınarından başlayıp yanağına doğru ilginç bir desen çizen çatallı bir yol vardı. Beyaz ve kabarık bu iz de en az gözlerinin farklı renk olması kadar dikkat çekiyordu...