2,0

1.1K 132 32
                                    

"Tek başına mı içiyordun?"

Duyduğu hitapla irkildiğinde, bakışlarını kapı pervazına yaslanmış kendisine öylece bakmakta olan bedene çevirdi.

Tanıdık ses tonu kulaklarını doldurduğu ilk an ılık bir telaşın göğüs kafesini işgal ettiğini hissetmişti. Fakat omuzlarını silkip bakışlarını, televizyondaki pek de dikkatini vermediği dramaya çevirdiğinde kayıtsız çıkmasını umduğu bir şekilde mırıldandı. "Jeongguk'la içiyorduk."

Hatrı sayılır bir sessizlikten sonra, diğerinin birkaç kararsız adımın ardından koltukta, hemen yanında yerini almasına eş zamanlı olarak, ellerindeki şişeden yudumlar almaya devam ediyordu Jimin.

Titrek bir nefesin diğerinin dudaklarından firar ettiğini duymuştu. "Sabah erken kalkmalıyız, yeter bu kadar." Uyarı mahiyetinde kolunu kavrayan Yoongi'nin suratına bakarken alkolün verdiği nahoşlukla gülümsüyordu.

"Min Yoongi-ssi, mesai bitimindeki eylemlerime karışmanız iş etiğine uyuyor mu?" Tasasızca sarfettiği sözlerindeki iğneleyicilik barizdi. "Hatırladığım kadarıyla patronum değildiniz..."

"Böyle davranmayı kesecek misin?" Uzun ve yorucu günden mi yoksa Jimin'in tavırlarından mı bilinmez, sesi oldukça bitkin çıkıyordu, Yoongi'nin.

Onunla konuşma girişiminde bulunduğu tüm hafta boyunca Yoongi'yi görmezden gelmiş, rastlaştıklarında yolunu değiştirmiş, aynı arabayla eve dönmemek pahasına dahi şirketten ilk çıkan o olmuştu. Dinlemek istemiyordu.

"Nasıl, benimle eğlenmemişsin gibi mi?"

Dinlerse inanırdı, çünkü Min Yoongi kelimelerle bir hayli güzel oynardı.

"Bu söylediğinin doğru olmadığını biliyorsun. Önce şunu ver-" Şişeyi almak için atıldığında, Jimin geriye çekildi.

"Baksana..." Gözlerini zar zor açabiliyorken ve kelimeleri birbirine sürtüşüyorken kaşları çatılmıştı. "Sen hiç susar mısın?"

"Çünkü ne zaman konuşsan-" Duraksadı. Başında keskinliği olmayan bir ağrı varken düşüncelerini toparlamakta zorlanıyordu. "Ne zaman konuşacak olsan... hep boktan şeyler söylüyorsun." Şimdi alnına dökülen dağınık kül sarısı saçlarının arasından, doğrudan gözlerinin içine bakıyordu, Yoongi'nin.

Yanakları içtiklerinin tesiriyle pembeleşmişti ve gözlerinin altındaki mor halkalar kendini belli ediyordu.

Dejavu, diye içinden geçirdi, büyük olan. Bu anları ilk defa yaşamıyordu. İçtiklerinde ilk sarhoş olan Jimin olurdu ve hep Yoongi'den yakınırdı.

"Ve bana şu bakışla bakıyorsun..." Yıllardır içinde tuttuğu ve itiraf etmek için yanıp tutuştuğu bir şeyden bahsedercesine yuvarlıyordu ağzında kelimelerini, Jimin.

"Zavallıymışım gibi."

"Pekala. İlk önce şişeyi ver." Sonunda diğerinin elindeki şişeyi çekip almayı başardığında derince soluklandı. Jimin zordu. Çabuk parlıyor ve affetmiyordu. Duymak istediklerini duyup kafasının dikine gidiyordu ve en az Yoongi kadar inatçıydı. Onunla olmak bir hız trenine, bir tahterevalliye binmek gibiydi.

Bu haldeyken konuşamayacaklarını biliyordu. Hoş, konuşmak istiyor mu onu da bilmiyordu. Belki de olması gereken böylesidir, diye düşünüyordu. Böyle olmaya alışabilirdi. İkisi için kötü olanı oynayabilirdi. Hem, böylece onu korumuş olmaz mıydı?

Her gergin olduğunda yaptığı gibi parmakları ensesindeki tutamlarda dolanıyordu. "Bak, ben-"

Park Jimin'in kucağında yerini alıp sözünü kesmesi ise bu ânâ denk geliyordu.

"J-jimin, ne yapıyorsun?"

"Şşş..."

Bakışları önce Yoongi'nin şaşkınlıkla aralanmış dudaklarına, sonra gözlerine çıktı. Ağır bir şekilde yaklaştı. Neredeyse burunları birbirine değiyorken açık televizyonun aydınlattığı loş ışıkta onun da bakışlarını dudaklarında yakalamıştı. Sarhoşluğundan aldığı bir deli cesaretiyle hareket ettiği bârizdi. Asıl şaşırtıcı olan, diğerinin bir hipnoza girmişcesine hareket etmemesiydi.

Yoongi'nin sol elinde, anın şokuyla neredeyse varlığını unuttuğu içki şişesini kavradığında dudakları bir sırıtışla bükülmüş; aynı hızla geri çekilip koltukta, bedenini yine onun yanına bırakmadan önce, kulağına eğilip fısıldamıştı. "Beni yalnız bırak, Min Yoongi."

Saniyeler sonra hâlâ uzakta, bir noktada takılı kalmışken bakışları, az önce yaşanan şeyi idrak etmeye çalışır gibiydi Yoongi. Dediği gibi, Park Jimin'le birlikte olmak bir hız trenine binmekten farksızdı.

"Pizzalar burada! Oh, hyung-" İçeri henüz girmiş olan Jeongguk ortamdaki gerginliği farketmiş olacak, kocaman olmuş gözleri ikilinin üzerinde mekik dokuyorken sordu.

"Yanlış bir vakitte mi geldim?"




🐥💛🐱💛🐥💛🐱

sağlıklı iletişim kuramayan bireyler yazmak 🤝🏻 ben

pekala
sanırım bu hikayedeki ilk notum olacak
*clears throat*
ve bir sorum var
düz yazı ekleyerek kötü mü yaptım?
çünkü öyle olduysa puf diye yok edip paso text gidebilirim... zaten şuracıkta beş altı
kişiyiz hemencecik unutursunuz🤗🤗

fikir belirtin çünkü ne bok yiyorum bilmiyorum
ağlicma🥰🥰🥰kaldırmama şu kadar 👌🏻 kaldı
herneyse
🌈teşekkür ederim🌈

your lips, my lips, apocalypseHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin