1. Bölüm

80 3 0
                                    

İstanbul'un ara sokakları arasında miyavlayan kediler, geniş meydana açılan sokaklarda insanlara rehberlik ediyordu. Kuşların ötüşleri, âdeta tutkulu bir aşk şarkısı gibiydi. Biraz daha ilerleyince sizi eski yıllara götüren yıpranmış evler, alana ayrı bir heyecan katıyordu. "Böylesi daha iyi." Cümlesi, zihnimde düşük oktavlarda yankılanıyordu. Beni daha fazla üzmesine gerek yoktu, tek kaybettiğim hayatımı kötü kılan değersiz bir âdiydi. Ya da en azından ben öyle olmasını istiyordum.

En azından, ufacık bir umut belki kararan kalbimi aydınlığa ulaştırabilirdi. Mavi, açık mavi gökyüzüne. Derin, tutkulu hayallere...

Eskiden büyükannem, İstanbul'da geçen ilginç aşk hikayelerini anlatırdı. Hep erkeğin ona lüksü yaşattığı kızlara imrenir, evcilik oynarken erkek kardeşimi sevgilim rolünde şekilden şekile sokardım.

İnsanlarla aramda hep derin bir okyanus bulunurdu ve bu okyanusu yüzerek geçebilecek hiçbir insan, daha annesinin karnından doğmamıştı.

Sadece ailem bile, benim samimi insanlar arasında düşündüğüm kişilerden değildi. O sıralar sadece Tarık vardı okyanusu yüzen. Aslında, o da yüzememişti, sadece yüzmüş gibi yapmıştı bana ulaşmak için. Sadece kalbimi kırmak için de ulaşmış olması işin ayrı bir fıkrasıydı. Ama artık o yoktu, o olmamalıydı da. Sadece sağ beynimi çürüten ufak bir seraptı. Bu serabı görmemin sebebi çölde çekilen susuzluk değil, kendi evimde çektiğim sevgisizlikti. Belki ailemin bana enjekte ettiği sevgi beni bu durumdan kurtarabilirdi. Ama yüzünü dahi göremediğim insanların bana sevgi vaat etmesi zaten neredeyse imkansızdı.

Çalan telefonla hayal dünyamdan ayrılıp çantamda telefonu aramaya başladım. Arayan babamdı. Onunla fazla konuşmak istemiyordum, her konuşmanın sonunda birşeyler geveliyordum ve bu kalıplaşmış görüşmelerden nefret ediyordum. Fakat babam bazen iş sebebiyle birkaç gün eve gelemeyecekleri gibi önemli haberler de verdiği için açmaya mecburdum.

"Peki baba, altı çeyrekte oradayım." diyerek bu saçma görüşmeyi sonlandırdım. Babam, beni çok neşelendirecek bir haber iletmişti (!). Önemli bir proje sebebiyle babamın rakip şirketinden birkaç kişi bize gelecekti ve yemek yiyecektik. Babamın beni böyle saçma şeylere alet etmesinden nefret ediyordum ve babam bunu bildiği halde beni evine çağırıyordu. Annemi boşadığından beri onunla iletişimimi kesmiştim ve babamın beni çağırmasının sebebinin tek kalmaması olduğundan adım gibi emindim.

Bir beladan öbür belaya konmamı sağlayan kaderim, şans denilen etkenin tam zıttıydı. Zaten zor anlaştığım insanoğulları başımı belaya sokmaya eğimliydi. Eğer bir gün sevgilim sebebiyle üzülüyorsam, sonraki gün ailem beni üzüyordu. Belki de, insanlarla arama kendi kendime bir okyanus açmamın sebebi buydu.

Ortaköy'ün kumpirle karıştırılmış edası veren oksijenini doya doya burnuma çektim. Nereye gittiğimi bilmiyordum ve sokaklar beni Ortaköy'e getirmişti. Bu iyiydi, çünkü babamın evi Kadıköy'deydi; vapurla karşıya geçebilirdim.

Geçerken elime tutuşturdukları test kahvesi, beni paltomdan çok koruyordu. Uzun zamandır bu kadarıyla karşılaşmadığım soğuk, eski anılarımı sağ beynime enjekte ediyordu. Eski, soğuk anılarımı.

Vapurun önüne vardığımda, bir adam daha bilet alıyordu ve arkasında 2-3 kişi vardı. Bense sıranın sonlarındaydım fakat biletini bekleyen adam gözlerini benden ayırmıyordu. Bu ürperticiydi çünkü adamda (Belki de genç demeliyim, en fazla 28'inde.) mafya babası gibi bir imaj vardı.

"Nerede şu bilet, acelem var!" diye yeri göğü inleten destansı sesiyle bağırdı. Adama böyle bağırması saçmaydı, yalnızca birkaç dakikadır oradaydı. Ardından adama doğru eğilip elini tokat atmaya hazırladı. Ceketi, kolunu kaldırması sebebiyle büzüşünce beline taktığı silah gözüktü.

Gerçek ve tahminimce içi dolu bir silah.

Yalnız.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin