Bir İhtimal daha var o da ölmek mi dersin?

226 27 9
                                    

Hasan Sabbah'ı bilir misin?

Hasan Sabbah; Yalçın bir dağın tepesindeki bir adam. Kartal yuvası bir kalede oturuyor. Alamut kalesinde... Krallıkları deviren, adalet dağıtan, dehşet saçan bir adam! O zamanın Selçuklu Sultanı, bu Hasan Sabbah'ın peşine kelle avcılarını göndermiş. Hasan Sabbah'ın kellesini istemiş. Gel zaman git zaman Hasan Sabbah'ın elçisi, Sultan'a gitmiş Saray'a.

Elçi gelmiş demiş ki Sultan'a "Bir lafımız olacak."

Sultan "Buyur söyle demiş."

Elçi "Şöyle bir etrafa bakmış. Demiş ki burası kalabalık. Olmaz."

Sultan Kalabalığı göndermiş.

Elçi demiş ki "Bu korumalar da gitsin. Lafım sana..." demiş.

Sultan iyice merak etmiş. Korumaları da göndermiş.

O zaman elçi Sultan'ın yanındaki iki kölemen korumaya bakmış demiş ki, "Onları da gönder."

Sultan demiş ki "Onları göndermem. Onlar benim oğullarım. En çok onlara güvenirim. Biz üçümüz bir kişiyiz." demiş. "Hadi ne söyleyeceksen söyle yahut da git."

O zaman elçi o iki kölemen korumaya dönmüş demiş ki "Size kılıçlarınızı çekin ve hükümdara (Sultan'a) kıyın desem ne yaparsınız?" O iki kölemen koruma tereddüt bile etmeden "Emrin olur!" demişler.

Elçi bunun üzerine arkasına bile bakmadan çekip gitmiş...

Elçi bunun üzerine arkasına bile bakmadan çekip gitmiş

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

"Erkan ölmedi değil mi? İyi ölmesin, yaşasın... Yaşasın ki kadınını nasıl becerdiğimi o da görsün. Getirin onu buraya. Bakalım sevgilisini gözünün önünde s*kerken de susmaya devam edebilecek mi?"

Kulaklarına inanamıyordu Lal... Neler oluyordu? Kâbus görüyor olmalıydı hatta karabasan çökmüş de olabilirdi. Birkaç sefer gelmişti başına. Az sonra nefes alamayarak, boğularak uyanacak, nabzını düzenlemek için epeyce nefes egzersizi yapacak, sonra gidip gördüğü kâbusu lavaboda akan suya anlatacak, tüm korkuları o akan suyla kanalizasyona karışıp kaybolacaktı. Başka bir açıklaması olamazdı öyle değil mi?

Odanın içindeki kalabalığa Erkan'ı kollarından sürükleyerek getiren iki tane daha iblis kılıklı adam eklenmişti. Hani yüzüne bakmaya korkarsınız, adeta bir korku filminden fırlamışçasına surat ifadesi kötüdür... Göz göze gelince sanki bir vampir tarafından bütün kanınız çekiliyormuşçasına buz kesersiniz ve iliğiniz kemiğiniz çekilir. İşte odada Lal ve Erkan dışında bulunan altı kişi tam olarak böyle gözüküyordu.

"Kılıç Baba! Bunu napalım?" diye sordu Erkan'ı sürükleyerek getirenlerden bir tanesi. Alacak nefesi kalmayan adamın dayak yemekten gözleri şişmiş ve kapanmıştı. Ağzı ile burnu yer değiştirmiş tasviri tasvir olmaktan çıkmış, Erkan üzerinde bizzat uygulanmıştı. Üzerindeki beyaz slimfit gömlek tuz ruhuna bastırılmışçasına parçalanmış, rengi kırmızıya dönmüştü.

"Ayıltın şu pisliği!" dedi Kılıç...

Adamlar önce Erkan'ı sandalyeye oturttu ardından bir şişe suyu suratından aşağı boca etti. Erkan zar zor da olsa dayak yemekten kapanmış adeta bir patatesi andıran gözlerini aralamayı başardı. Lal tam karşısında duruyordu. Kendi evinin bodrum kattaki şarap mahzeninde; kollarından bir demir boruya kelepçelenerek çarmıha gerilmiş, gözleri siyah bir bezle bağlanmış, boynundaki bıçak kesiği yüzünden üzerindeki uçuk mavi elbisesi kırmızıya boyanmış, elbisenin eteği parçalanmış ve yalınayak kalmış kızın bacakları ise adeta dikenli tele takılmış gibi paramparça olmuştu. Tabii ki dikenli tel değildi. Konuşması için Lal 'e işkence yaptıkları sırada kızın bacaklarını, boynunu, vajinasını jiletle doğramışlardı. Lal bir kâbusun içinde olmadığını anlayıp bağırmak istemişti ama nafile... Boynuna atılan ilk jilet darbesinde ses telleri felç olmuştu. Sonrasındaysa hiç kimse onun gerçekten konuşamadığını anlamadığı için sayısız işkenceye maruz kalmış acı eşiğinin düşüklüğünden canı her yandığında baygınlık geçirmişti. Tam tamına beş saattir ikisi de işkence görüyor Erkan konuşmuyor, Lal ise konuşamıyordu...

"Demek kendine geldin! Sana öyle kolayca ölemeyeceğini söylemiştim. Şimdi bana kasanın şifresini söyleyecek misin? Yoksa gözünün önünde sevgilini s*keyim mi?"

"Seni Şerefsiz! Bırak kızı, o benim sevgilim falan değil. Bizim eve gelen yardımcı kız. Lal! Lal iyi misin?"

"Oooo! Bu daha da güzel oldu. O zaman konuşsan da konuşmasan da bu güzelliğin tadına bakacağım. Erkan! Playboy Erkan! Uçanı- kaçanı beceren diye adı çıkmış Erkan bu kızı becermemiş olamazsın!"

"Bak kızı bırak! Kaç kere söyledim sana kasanın şifresini bilmiyorum. Değil şifresini bilmek böyle bir kasa olduğundan haberim dahi yoktu."

"Tamam, tamam dur bi dakika şimdi bulacağım. Hah neredeydi. İşte buldum... Buyur, külahım! Sen tüm bu zırvaları ona anlat!"

Kılıç Erkan'a bağırırken Lal'e doğru yürüdü. Elindeki sustalı bıçağı açtı ve Lal'in üzerindeki keten yere kadar uzanan gömlek elbisenin en üst düğmesini bıçağıyla kesip yakasının göğüslerine doğru açılmasını sağladı.

"Erkan-Erkan! Yaramaz Erkan! Ağzının tadını biliyorsun şimdi Allah için. Bu kadar yara bereye rağmen kız hala süt gibi..."

Lal 'in arkasına dolanan Kılıç elindeki bıçağı dudaklarının arasına alıp elbisenin eteğini iki eliyle kavrayıp Lal 'in poposu ortaya çıkana kadar yırttı. Bıçağı dudaklarının arasından çekip aldığında boşta kalan eliyle kızın kalçasını avuçladı...

"Ovvv! Taş mübarek... Kaç posta kayılır buna. Şişt söylesene, nasıl? Yatakta ateşli mi sürtüğün? Neyse dur dur söyleme! Az sonra tadına bakacağım zaten..."

Tekrar Lal 'in önüne dolaşan azılı katil elindeki bıçakla kızın bir düğmesini daha kestiğinde Lal'in sutyeni ortaya çıkmıştı. Daha derin bir "Oh!" çekti Kılıç. Sesi orgazm olmak üzere gibi boğuk çıktı. Adamlarına işaret verdiğinde biri Erkan'ı sandalyeye bağlarken diğeri tam boğazına bıçak dayıyordu. Elindeki bıçakla nutku tutulmuş olan genç kızın sutyenini tek hamleyle kesip Lal'in göğüslerini özgür bıraktığında libidosu şaha kalkmış, erekte olmuştu. Elindeki bıçağı masanın üzerine bırakıp kızın elbisesinden bir parça koparıp Lal'in ağzına tıkıştırdı. Beş saattir yaşadığı kan kaybından dolayı bilincini kaybetmek üzereydi zaten. Konuşulanları duysa da ses telleri felç olduğu için tepki veremiyor, gözleri bağlı olduğu için hiçbir şey göremiyordu. Sadece birkaç saat önce "Bu salgını hastalanmadan atlatmalıyım." derken kendisini belki de koronadan daha korkunç bir ölüm şeklinin içinde bulmuştu.

"Yapma! Yemin ederim kasanın şifresini bilmiyorum. Bırak kızı!" diye son kez yalvardı Erkan ama nafile...

Kılıç çoktan Lal'in arkasına dolanmış, fermuarını indirmiş, kızın kızıl saçlarını eline dolayıp erkekliğini son nefesini vermek üzere olan kızın kalçalarına yaslamıştı.

"Oh! Gavur *mı dedikleri bu olsa gerek çocuklar, karı ölecek nerdeyse ama hala cayır cayır yanıyor..."

Lal ölmek için dua ediyordu artık. Son duasını ediyor, Kelime-i Şahadet getiriyordu. Ağzını dolduran kendi kanlı elbisesi sayesinde usul usul boğuluyordu. İçinde hissettiği sertlik ve acı kulaklarını yırtan inleme ve karanlık...

Gerisi yoktu... 


***

Herkese kocaman merhabalar, kokulu öpücükler gönderiyorum hunili ailem. Yeni hikayemiz Lal ile karşınızdayız. Bu hikayeyi de en az diğerleri kadar çok seveceğinizi ve benimseyeceğinizi düşünüorum. Ancak bir dipnot geçmeden de yapamayacağım. Lal tür açısından +18 ögeler barındırmaktadır. Bu yüzden kurguyu önerirken bunu göz önünde bulundurmanızı rica edeceğim. Yeni bölümde görüşmek üzere, iyi ki varsınız çok seviliyorsunuz...

LALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin