Kör ediyordu endişe kalbini, yorgun düşürüyordu korku bedenini. Akşam esintisinin ardında, duyuluyordu ruhunun çığlığı. Zihnini sarıyordu umutsuzluğun pis kolları. Zavallı, yardım dileniyordu canavarlardan. Burnu havada, bencil canavarlardan. İğrenen gözler altında ezilse dahi, oğlunu arıyordu acınası kadın. Sokaklara yayıyor, bir ışık arıyordu. Oğlunun her gün ezildiği meydanda duyuluyordu feryatları.
"Oğlumu gördünüz mü? Jeon Jungkook?"
Gözleri yanıyordu artık annenin, elleri titriyordu, sözleri susuyordu, dünleri unutuyordu. Kimse gazeteci çocuğu tanımıyor, umursamıyordu. Unutmuşlardı, canını dişine takarak her gün onlara hizmet eden küçüğü. Unutmuşlardı, gazeteleri taşırken iplerden eli kesilen çocuğu. Unutmuşlardı, insanlıklarını.
"Bayan Jeon?"
Genç kadın, kaldırmıştı kaybolan umutlarından başını. Görmüştü canavarların arasındaki tek insanı.
"Evet?"
"Merhabalar, sizi doğru hatırlamama çok sevindim. Ben Jungkook'un çalıştığı büronun sahibiyim. Jungkook bugün büroya gelmedi bu yüzden bunu size vermek istedim."
Saçlarına ak düşmüş adam gülümsemişti, kadına. İçini ısıtıyordu insanın nazik jestleri. Kadın kendine uzatılanı avuçlarına aldı yavaşça. Uykusunun ardında hatırlar gibi oldu sabah oğlunun uzandığı minik kâğıt parçasını.
"Jungkook çocukluğunu yaşayamayan bir genç efendim, bu yüzden biraz eğlenmesi için şehrimize yeni gelen sirke gitmesinin iyi bir fikir olacağını düşündüm. Daha yeni bileti alabildim, umarım ona ulaştırabilirsiniz."
Aynı anda aciz kadının oğlu, yalnızlığa gömmüştü kendini. Sözlerle bir yere varamıyor, koşuşturmaları ile kaçamıyordu. Sönen güneş ışığı giderken, ruhunu da alıp götürmüştü sanki oğlanın. Başta cenneti olan yer cehennemine dönüşmüştü artık.
"Bizim gösterimiz."
Konuşmak, zor gelirdi bazen insana. Ağzından çıkan kelimeler ağır gelirdi ona. Derin bir nefes, içindeki ağır hissi alıp dışarı atacak gibi iç çekti. Dudakları titremişti. Sihirbazın sözleri, kabul etmediği bir yemine dönüşmüştü. Sihirbazın gözleri, tanımadığı birininkine dönmüştü. Hareketsiz bedenin gözlerindeki ölüm canlanıyordu önünde. Gerçek olabileceği fikri canını acıtıyordu. Zavallı çocuk, ne de küçük görünüyordu."Hey! Jungkook orada ne yapıyorsun?
Gencin yağmurlu havasına güneş açtırarak yanına gelmişti Hoseok. Suratındaki gülümsemenin içtenliği, genci dondurmuştu. Sindiği minik köşesinden ayırmıştı onu.
"Taehyung'un önünden bir anda koşarak kaçtığın için utancından köşelere mi sindin yoksa?
Hoseok, yanına çömelmişti. Suratından yorgunluk akan oğlan, sözlere karşılık bulamıyordu. Zor geliyordu, ömrüne işleyen sahneleri kelimelere dökmek. Hiç uyanamayacağı bir kâbusun içinde gibi hissediyordu, sirkte kapana kısılmış gibiydi.
"Beni buradan çıkarabilir misiniz?"
Hoseok'un ifadesi değişmişti, gülümsemesi sönerken yerini çatık bir ifadeye devretmişti.
"Aptalca sorular sorma Jungkook. Buradan çıkmak gibi bir şansın yok ve hiçbir zaman olmayacak. O yüzden kendini toparla ve uyum sağlamaya çalış, yoksa üzerine ilgi çekersin. Bu da seni av yapmaktan başka bir şey yapmaz."
"Av mı?"
Hayalinizin ötesindeki olaylara tepki vermeniz olanaksızdır. Duygularınız çoktan birbirine karışmış, zihniniz bulanmıştır. Genç artık bilmiyordu, bu durumu iliklerine kadar işliyordu. Hoseok, temkinli bir şekilde genci omzundan kavradı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyah Lavanta || Taekook
Aktuelle LiteraturÇocukların kahkahaları, ebeveynlerin hayran dolu bakışları; Tek nefeste birleşiyor. Upuzun, gizem dolu gösteriye renk katıyor. Her masalın bittiği yerde; yanar spot ışıkları, duyulur onun topuklarının tıkırtıları. Önce şapkasını çıkarır ve hafifçe...