Neler Oluyor?

228 44 34
                                    


Yaşlı ama güzel bayan şehvetle kahkaha attı. 1800'lü yılların ortalarında sıcak bir yaz akşamı kadehlerin tokuşturulduğu bir akşam yemeği. Genç prenses yavaşça ayağa kalktı ve müsaade isteyip odasına çıktı. Uykusu yoktu ve henüz geceliğini giymemişti. Ailesiyle birlikte yediği yemekte giydiği sade elbiseyle usulca pencerenin kenarına yaklaştı. 2 saat boyunca orada durup ayı izledi. Gece yarısı çoktan olmuştu. Tam kalkacağı sırada koridordan korkunç bir yardım nidası duydu. Bu annesinin yani kraliçenin sesiydi. Şok olan Prenses Jisoo telaşla merdivenlerden indi. Başını merdivenlerin kenarından çıkarıp etrafa göz attı. Sarayın sessizliğe büründüğü, her şeyin bittiğini düşündüğü anda kalın bir erkek sesi işitti ''Prensesi de istiyorum''. 


Duydukları ile şaşkına dönen prenses kısa süreli yaşadığı şoktan çıkar çıkmaz sarayın içinde yapılan gizli odaya doğru koştu. Aklından geçen düşüncelere engel olamıyordu. Annesi, babası... Neler olduğuna anlam veremiyor, tek umudu ailesinin yaşıyor olmasıydı. Gizli kapının önüne geldiğinde duraksadı. Son bir kez ailesinin içerde olmasını diledi. Kapıyı arkasından sıkıca kapattı ve kilitledi. Ailesini görmeyi umut ettiği küçük oda bomboş ve sessizdi. Ne annesi ne babası odada değildi... Bunu kabullenmesi uzun sürmese de neler oldu anlamamıştı. 


Sadece sıkıldığında geldiği bu tozlu ve eski odayı ilk defa gerçek amacı için kullanacaktı. Yavaşça içeri ilerledi ve bakındı. İnanmak istemese de o çığlık annesinindi ve... Yiyeceklerin olması gereken dolaba ilerledi. Normalde aşçıların bu dolaptakileri haftada bir yenilemesi gerekirdi fakat dolapta küflenmemiş tek şey testi içindeki suydu. Sıkıntıyla düşünmeye başladı ''Bunu kim yaptı, bu ihaneti kim gerçekleştirdi?'' kendini köşedeki yatağa bıraktı ve sabah olmasını bekledi. Nihayet güneşin merhaba dediğini kimsenin fark etmediği pencereden yansıyan güneşin, aynaya çarpıp yüzüne yansımasından anladı. Dolabı son kez yiyecek bir şey bulma umuduyla karıştırdı ama her şey çürük ve küflüydü. Derin bir nefes aldı ve doğrudan şehir meydanına bakan pencereden dışarıya bakmaya başladı. İdam için hazırlanıldığı belliydi ama kim idam edilecekti? Şu iri cüsseli adamlar çekilse görecekti aslında...


Bir anda kan beynine sıçradı. Bunun gerçek olma olasılığı neydi? Belki de rüyadaydı? Onun dileği bu yönde olsa da bunlar geçekti. 2 kişi çoktan idam edilmişti. Yüzleri yere bakarken ölü bedenleri havada sallanıyordu. Bu kahverengi uzun saçlar o üzerinde şarap damlaları olan zarif elbise ve yanında lacivert takım... ''Anne ve babam gittiler'' dedi ağlarken usulca. O an anlamıştı elinden bir şey gelmeyecekti. Belki de onun yüzünden olmuştu bunlar. Eğer teslim olsaydı... Farklı olabilirdi kendi yapmıştı bunu... Başını yere yaslayıp cesetlere aşağıdan bakıp yatağa doğru koştuğunda aklında kalan son görüntü ipte sallanan ailesinin acı ve keder içerisindeki yüzleri idi... Minicik pencereden tüm ailesinin ölümünü izlemişti. Yalnızdı... Koskocaman bu dünyada onun hakkında neler düşündüğünü tahmin bile etmek istemediği bir adam onu arıyordu...


Kendine geldiğinde saat çoktan öğleni geçmişti. Karnı açtı ve harap haldeydi ağlamaktan gözleri şişmiş iyi göremiyordu. Toparlanması gerektiğinin farkında olsa da o anları silemiyordu zihninden. Oysa daha dün gibiydi annesinin saçlarını altın tarakla tarayıp bahçede çiçek toplamasına izin verdiği günler. Sonra o çiçekleri yemekte babasına tanıttığı geceler... Hep güçlü ve güzel yapısıyla nam salmış Kim Jisoo şimdi ağlıyordu, halkı bunu ister miydi? Bunu anne ve babasına yapanlarda onlar değil miydi? Dünya bir anda başına yıkılmıştı. Toparlanmak istedi ancak ne vücudu ne de beyni izin vermiyordu. Titreyen ellerine hakim olmaya çalıştı. "Ne yapmalıyım? ''


Babası bu günler için hazırlamıştı onu, kimin yanına gitmeli kime sığınmalı... Aklına o an gelen şeyle bacaklarındaki gücü topladı. Tek ve en sadık dostu Rosé... Yavaşça ayaklandı, dün geceki telaşla sıkı sıkıya kilitlediği kapının kilitlerini tek tek açtı. Kafasına yavaşça dışarıya sarkıttı. Kimse yok gibiydi. Merdivenlerden yukarıya ilerlemeye başladı. Sonunda ana kata geldiğinde her yer dağılmıştı. Dün gece şehvetle atılan kahkahaların arasında tokuşturulan kadehler ve şarap şişeleri yere dağılmış, paramparça olmuştu. Yerde parlayan şeyi fark etmesi ve ne olduğunu anladığında hissettiği buruk acının tarifi yoktu. Bu bir kolyeydi. Babasının ilk evlendikleri yıllarda annesine aldığı kolye. Yere eğildi. Sessiz ağlaması hıçkırmaya dönüştü. Kolyeyi yerden aldı, boynuna takıp elbisesinin içine soktu. Kafasını kaldırıp tek dostunun yüzünü gördüğünde daha da kötü oldu...

                                                                          Kraliçenin kolyesi

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

                                                                          Kraliçenin kolyesi...

Inside The CastleHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin