Karamsar düşüncelerden çabuk etkilenen biriysen bu hikaye sana göre olmayabilir. Amacım bu düşünceleri körüklemek değil. Aynı zamanda kimseye bu hikayede iyiyi veya kötüyü bulacağını vadetmiyorum. Ben sadece karakterlerimi kendi kişilikleri çerçevesinde yaşatacağım. Hikayedeki ana fikrin karamsarlığı doğrulamak olmadığını vurguluyorum.
Güzellikleri görmek için çabalaması gerekenlere.
İlya'yı tanıdığımı fark ettiğimde beş yaşındaydım. O benim en sevdiğim arkadaşımdı. Nasıl tanıştığımızı, ne zamandır iyi arkadaş olduğumuzu hiç hatırlamıyordum. Sanki kendimi bildiğimden beri var gibiydi.
Annem onunla dört yaşındayken takılmaya başladığımızı söylüyordu. Bunu öyle umursamaz dile getirirdi ki güvenilirliğinden şüphe ederdim ama aslında söylediği İlya'nın hatırladığını iddia ettiği anıyla örtüşüyordu. Ben sana şeker vermiştim, derdi İlya. Yolda dolaşırken seni görüp yanına gelmiş ve sana şeker vermiştim.
Köy gibi bir mahalledeydik. Ağaçlar ve eski evler vardı. İlya'nın annesi hastaydı. Bazı zamanlar bunalıma girer ve İlya'yla ilgilenmeyi bırakırdı. Bu yüzden kışları karla oynarken bazen onun başında şapka ve ellerinde eldiven olmazdı. Kızarmış yanakları ve donmuş elleriyle bana kar fırlatırken, saçından bazı tutamlar at kuyruğundan kurtulup özgürleşirdi. Onları bir daha toplamazdı. Dağınık sarı saçlarıyla çok güzel görünürdü İlya.
Ondan hoşlandığımı fark ettiğimde on dört yaşındaydım. Bunun anlamını bilmiyordum, sadece duyduğum sevginin diğerlerinden farklı olduğunu anlıyordum. Ama ne de olsa o benim en yakın arkadaşımdı, duyduğum şey sadece gerçek sevgi olmalıydı. On üç yaşındayken gelip bir çocuktan hoşlandığını söylediğinde ve sonra iki yıl boyunca onun peşinden koştuğunda hissettiğim üzüntü ve kıskançlığın nedeni de eminim buydu: En yakın arkadaşımı kaybetme korkusu. Neyse ki çocuk ona yüz vermedi ve bu olay liseye geçtiğimizde sona erdi.
İlya hep düşünceli biri oldu. Ne olursa olsun sahip olduklarının onu bir türlü mutlu etmediğini biliyordum. Ona bir türlü yetmediğimi görüyordum. Gözü hep yükseklerdeydi. Daha fazla arkadaş, daha yüksek not, daha çok sevgi... Bu yüzden lisede, o güzel bir genç kız olduğunda ve ikimiz de ayrı sınıflara düştüğümüzde gün gün benden uzaklaşırken hiçbir şey diyemedim. Okuldan sonra benden çok yeni arkadaşlarıyla vakit geçirmeye başladı. Denk geldiğimizde bana anlattığı sevgilisi ve hoşlantıları oldu. Bense yalnızlaştım ve ızdırapla tanıştım. Sonra, ben hiç beklemiyorken bana geri geldi. Çevresindeki insanların aptal olduklarından, samimiyetlerinin sahteliğinden veya bir şeylere kafalarının basmamasından şikayet etti. Ama bu yine de peşlerinden koşmasına ve tüm o kaprislerle uğraşmasına engel olmuyordu. On birinci sınıfta aynı sınıfa denk geldiğimizde, ben beni seçmeyeceğine eminken o hiç düşünmeden beni sıra arkadaşı olarak istedi. Aradaki boşluk sanki hiç olmamış gibi yeniden İlya ve Hazel olduk. Tek fark, benim artık hangi renklere ait olduğumu bilmemdi.
Onunla birlikte geçirdiğim anlarda yapma hayali kurduğum birçok şey vardı. Sahile gidip yüzdüğümüzde, kumda oturup denize ve yıldızlara baktığımızda, dondurma yerken, caddede yürürken, kışın evde kalıp takılırken... Özellikle birbirimizde kaldığımız geceler onun hemen yakınımda uzandığını bilmek içime inanılmaz bir sakinlik verir ve beni hayallere sürüklerdi. Yanına gidip ona sarılmak, onun da beni sevdiğini bilerek öylece durmak isterdim. Aynı hisleri taşıdığını bilerek ona dilediğimde dokunabilmek, istediğim yerini öpebilmek isterdim. Bazen hiçbir şey yapmadan durmak dayanılmaz olurdu. Yanına uzanıp ona dokunduğumu ilk hayal ettiğimde on yedi yaşındaydım. Yaptığım şeyden inanılmaz bir pişmanlık duymuş ve içinde olduğum durumun geçmesi için ağlayarak dua etmiştim. O benim en yakın arkadaşımdı. Bana güveniyordu. Bunu yapamazdım.
Zamanla başıma gelen şeyin bir erkeğin en yakın kız arkadaşından hoşlanması kadar masum olduğunu kabullendim. Bende bir tuhaflık yoktu, sadece çoğunluğa göre küçük bir farklılık vardı. Kendimi bir hasta, bir sapık ya da bozukluğa sahip başka bir şey gibi hissetmiyordum. Sadece İlya'yı sevebilmek istiyordum.
Biz lise son sınıftayken İlya'nın annesi tekrar hastalandı. İlya benimle bile görüşmeyi azalttı, yanında olmama izin vermedi. Sonra yine bir gün kendisi geldi ama bu kez ben orada olamadım. Beni telefon ettiğinde aramayı duymadım ve içindeki her şeyi anlatmak için yaptığına bugün bile emin olduğum aramasına cevap vermedim. Bundan saatler sonra mahalleye bir ambulansın geldiğini ve İlya'nın yuttuğu haplar yüzünden hastaneye kaldırıldığını öğredik. Dünya ayaklarımın altından alınmış gibi hissetmiştim. O boşluğu başka nasıl anlatabileceğimi bilmiyorum. Geri geldiğinde olanlarla ilgili hiç konuşmadı ve bana da gaz verip üniversite sınavına hazırlanmaya başladı. Gitmek istediğini o zaman gerçek manada anlamıştım. Onunla gidebilmek için hiç çalışmadığım kadar çalıştım. Ama sonunda, yetişemedim.
Ondan ikinci ayrılığım bu şekilde oldu: Farklı üniversitelere giderek. Aylar boyunca neler yaptığını, kimlerle olduğunu merak ettim durdum. Onu başkalarına kaybetme korkusu sürekli içimi yemesine karşın çok sık arayıp soramıyordum. İlk yıl, dört ay boyunca eve gelmedi. İntihar girişiminden beri benimle arasına canımı acıtan bir mesafe koyduğundan ben de yanına gidecek cesareti bulamadım. Hiç söylememişti ama o telefonu açmadığım için beni suçluyordu, biliyordum. Bu mesafeyi bana olan bu kızgınlığından koymuştu. Biliyordum işte. Ama nasıl özür dileyebilirdim ki? O bu konuyu hiç açmaz ve bana artık biraz yabancıymışım gibi davranırken. Sadece bazen, endişe içimi parçalar gibi olduğunda, onu arayıp iyi olduğundan emin olmaya çalışmakla yetinebiliyordum.
Bana üçüncü gelişi kendi isteğiyle olmadı. Okuldaki ikinci yılımızda dünyaya bir salgın hastalık yayıldı. Ben ve neredeyse tüm öğrenciler evlerimize döndük. İlya da döndü. Uzun bir süre kendi evlerimizin içinde zaman geçirdik ve ben sonunda karar verdim. Annesi o evdeyken tekrar hastalanırsa İlya bu kez dayanamayabilirdi. Onu kaybetmeyi göze alamazdım. Aramızı tekrar iyi yapmalı ve aynı hatayı tekrarlamamalıydım. Bu kez istemese bile onun yanında olmam gerekiyordu, gerekirse her zaman.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hazel'den.
Teen Fictionİnsanlar bana, onun kölesi gibisin, diyorlar. Ama onlar gerçekte onun kim olduğunu görmüyorlar. Onun ruhunda hiç ayak basılmamış topraklar, okyanusların altındaki hiç keşfedilmemiş yaşamlar saklı. O, bu dünyaya ait olmayan o nadir insanlardan biri...