1.

82 4 0
                                    

Konağa vardığında mermer merdivenleri usul usul çıktı. Gıcırtı çıkartmadan açmak için çaba sarf ettiği kapıyı araladı. İçeri kendini atar atmaz portmantonun yanındaki iskemleye oturdu. Yağan yağmur paltosunu hayli ıslatmıştı. Üstündekileri çıkartıp merdivenin solundaki oturma odasına girdi. Saat epey ileri olduğundan sabah ezanını bekleyebilirdi. Kendi kendine düşüncelere daldı. Ne çok yoruluyordu şu sıralar. Nezaretten eve geç dönüyor sabah erkenden koşarak geri gidiyordu. Tatil günü yoktu bile. Ortalık epey karışıktı, bazı geceler nezarette 1-2 saat uyuklamakla yetindiği bile oluyordu. Ne eşi Sebahat Hanım'a vakit ayırabiliyordu ne de validesi Zehra Hanım'a. Evleneli 1 yıl olmasına rağmen karısını doğru düzgün görememiş, birlikte pek fazla vakit geçirememişti. Allah'tan ne validesi ne de hanımı zorluk çıkarmıyor her daim arkasında duruyorlardı. Gerçi validesi, babası Halil Bey'in ölümüyle birlikte epey çökmüştü. Ekseriyetle bazı hastalıklar baş gösteriyordu. Doktorun verdiği ilaçlar ağrılarını kesiyor fakat bu ilaçlarda Zehra Hanım'ı saatlerce uyutuyordu. Bu düşünceler ile dışarıyı izlerken Sebahat Hanım'ın sesiyle irkildi. "Hoş geldin Bey, karnın aç mı?" diye fısıldadı Sebahat Hanım. "Yedim nezarette sağ olasın." demekle yetinmişti hanımının sualine. Sebahat Hanım aldığı yanıta şaşırmayarak eşinin yanına ilerledi ve dizinin dibine oturdu. "Bey" dedi sesi titreyerek. Gaz lambasının ışığından gördüğü hanımının çehresinde gergin hatlar oluşmuştu. "Buyur Sebahat Hanım." "Bey nasıl derim bilmiyorum. Korkuyorum da esasen." "Haydi Sebahat'im çekinme söyle." "Durum söylenen kadar kötü mü bey? Nezahat mektup yazmış buralar karıştı diye. Edirne kısmı hep boşaltılıyormuş. Bulabildiğim ilk vasıtayla geleceğim demiş." "Doğru demiş, ortalık çok karışık Sebahat. At izi it izine karışmış. Dost düşman belli olmuyor. Devlet tüm gücüyle çabalıyor lakin pek ümitli değilim." "Ne yapacağız?" "Bilmiyorum, inan ben de bilmiyorum." Gerçekten de ne yapacaklardı? Düşman Edirne'ye kadar dayanmış sınırlarda hareketlilik başlamıştı. Devletin içinde bulunduğu durum berbattı zaten. Boğazına kadar borçlanmış, azınlık isyanlarının etkisiyle yıpranmış, askeri düzensizlik ile yenilgilere uğramış adeta bir şamaroğlanı olmuştu. Yorgun ve bitkin bir hasta adama dönüşmeye başlamıştı. Eskinin güçlü, kuvvetli, delikanlı devleti değil; yaşlı bir ihtiyar vardı artık. Ne devir aynı devirdi, ne de insanlar aynı insanlardı...

Bulunduğu sedirden kalkıp odada bir iki volta attıktan sonra kapıya yöneldi. Merdivenlerden yukarı çıkıp odalarının bulunduğu tarafa doğru geçti. Koridorun sağında bulunan lavaboya girdi ve gömleğinin kollarını sıvadı. Çoraplarını çıkartıp kenara bıraktı. Paçalarını da sıvadıktan sonra abdest almaya başladı. İşi bitince gömleğinin kollarını ve paçalarını düzeltti ve lavabodan çıktı. Tam çalışma odasına girecekti ki validesi ile karşılaştı. Uyku tutmamış olacak ki hâlâ ayaktaydı. Sonradan namaz için kalkmış olabileceğini düşündü ancak bu düşüncesinden hemen vazgeçti. Zira Zehra Hanım'ın ne abdest almaya ne de namaz kılmaya mecali vardı. Hatta şuan onu desteksiz ayakta görmek bile büyük bir lütuftu.

"Ali! Ne'n var kuzum. Pek bizar gördüm seni." validesinin sesiyle irkilmişti.
"İyiyim validem. Yoruldum biraz, öyle gelmiştir size." dedi.
"Ali'm! Çocuk değilim ben. Farkındayım her şeyin. Halid'e gelen bir mecmuada okudum. Biliyorum her şeyi." zorlanarak da olsa konuşmuştu Zehra Hanım.

Ah Halid ah! Diye geçirdi içinden. Kaç kere ikaz etmişti kardeşini okuduklarını ortada bırakmaması için ama ne fayda.

"Validem telaş edecek bir vaka yok. Her şey geçecek inşallah. Siz Halid'in okuduklarına bakmayın, yabancı mecmua ve gazeteler okuyor. E haliyle gavur gazetesi de bizi yerden yere vuruyor." diyerek rahatlatmaya çalıştı.

"Peki evladım, sen nasıl diyorsan öyle olsun." diye karşılık verdi validesi.
"Hadi yatın dinlenin validem." dedi Ali İzzet Bey.

Aslında validesinden ziyade kendisi dinlenmeliydi. Saatlerdir uyku yüzü görmemişti. En son iki akşam önce gelmişti zaten eve. Olaylardan dolayı nezaretteki odasına küçük bir döşek kurdurmuş, orada bir iki saat dinlenmişti. Hatta çoğu zaman o dinlenmesi bile bölünmüş yeni gelen haber ve evraklar yüzünden sık sık kalkması gerekmişti. Bu düşüncelerle odasına yönelmişti ki ezan sesiyle namazı hatırladı. Aşağıya inip oturma odasına girdi. Seccadeyi alıp namazını kıldı. Dua etmek için sedire çıktığında göz kapaklarının kendine savaş ilan ettiğini farketti. Daha fazla dayanamayıp kendini uykunun kollarına verdi. Ancak uzun sürmeyecekti...

Büyük bir bağırış ile gözlerini açtı Ali İzzet Bey. Duyduğu ses yıllardır evlerinde hizmet eden Leyla Hanım'ın sesiydi. Üstünü başını toparlayıp odadan çıktığında Leyla Hanım merdivenlerden aşağıya koşuyordu.

"Efendim koşun, efendim yetişin."
"N'oldu Leyla Hanım? Neyiniz var?"
"Ben değil efendim. Zehra Hanım..."

Ali Bey korkudan ikişer üçer çıkmıştı merdivenleri. Validesine bir şey olduğu düşüncesiyle daldı odasına. Odaya girdiğinde Zehra Hanım'ı yerde buldu. Hemen kucağına alarak merdivenlerden aşağı indi. Merdivenlerden inince soldaki ilk kapı misafir odasıydı. Oraya girerek validesini boş yatağa yatırdı. Koşarak dışarı çıktı ve Leyla Hanım'ın kocası -ki hem konağın arabasından hem de bahçeden sorumlu kişi- İbrahim Bey'e seslendi.

"İbrahim! Koş!" "Buyurun efendim."
"Arabayı kapının önüne getir çabuk. Validem rahatsızlanmış."
"Efendim telaş etmeyin hemen getiriyorum arabayı."

İki dakika içinde araba evin önündeydi. Ali İzzet, validesini kucakladığı gibi at arabasına koştu. Neyse ki validesinin bilinci yerinde gibiydi. Ali İzzet Bey'in en yakın dostunun validesi eski hekimlerdendi. İki sokak ötede oturuyorlardı Kemal Bey ve validesi. Sokağın başına geldiklerinde İbrahim Efendi arabayı durdurdu, önden gelip kapıyı açtı ve Kemal Bey'in konağının kapısını çaldı. Kapıyı Kemal Bey açtı ve büyük bir şaşkınlık yaşadı.
"Kemal validen nerede?" diye sordu Ali İzzet.
"İçerde içerde, girin hadi."dedi Kemal Bey.
Oturma odasına girip validesini sedire yatırdılar. Gülsüm Teyze bu odayı muayenehane olarak kullanırdı. Hastalarını hep burada muayene eder burada ilgilenirdi. Birkaç saat sonra Zehra Hanım kendine gelmiş, normale dönmeye başlamıştı. Kendini daha iyi hissediyordu. Gülsüm Teyze'nin söylediğine göre biraz dinlenmeliydi. Ancak bu rahatsızlık artarak devam edeceğe benziyordu ve dinlenmekle geçmeyeceği ortadaydı. Gülsüm Teyze şifahanede gözetim altına alınması gerektiğini düşünüyordu ancak bu zor olacaktı bu yüzden validesini arabayla eve götürecekler ve doktor bulup validesi iyi olana kadar gelip gitmesini sağlayacaklardı.

İbrahim Efendi arabayı hazırlayıp tekrar Kemal Bey'lerin konağının önüne getirdi. Ali İzzet Bey ve Kemal Bey, Zehra Hanım'ın kollarına girerek arabaya kadar gitmesinde destek oldular. Araba konaktan ayrılıp Ali İzzet Bey'lerin konağına doğru yol aldı. Birkaç dakika sonra araba konağa yanaştığında kapıda bir at arabası daha vardı.

-MEMUR-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin