Araba konağa yanaştığında kapıda bir at arabası daha vardı. İbrahim Efendi arabanın kapısını açıp Zehra Hanım'ın inmesine yardımcı oldu. Ali İzzet Bey ise o sırada dikkatini at arabasına yöneltmişti, arabanın kime ait olduğunu düşünmekteydi. Konağın bahçesinin açık bırakılmış kapısından içeri girip mermer basamaklara yöneldiler. Kapıyı aralayıp içeri girdiklerinde Sebahat Hanım ve kız kardeşi Nebahat'i karşılarında buldular. Demek ki Nebahat aradığı vasıtayı bulmuş ve İstanbul'a kadar gelebilmişti.
Leyla Hanım ve İbrahim Efendi, Zehra Hanım'a üst kattaki odasına kadar refakat ettiler.
Nebahat bir ara donuk gözlerle eniştesine baktı ve utana sıkıla konuştu.
"Enişte arabacıya verecek param kalmadı, adamı siz gelene kadar beklettim. Eğer ayıp olmazsa öder misiniz?" dedi.
Ali İzzet çoktan kapıya yönelmişti bile. Arabacıyı gönderdikten sonra oturma odasına girdiler."Nerde o?" diye çıkıştı Ali İzzet Bey.
"Aman enişte güceniyorum ama. Bir hal hatır sormadan..." dedi.
"Kusura bakmayın Nebahat Hanım. Halinizi hatırınızı sormadık. Keyfiniz yerindedir umarım. Leyla Hanım'dan bir orta şekerli keyif kahvesi isteyeyim mi zat-ı şahaneniz için? " diye yüklendi Nebahat Hanım'a. Nebahat Hanım suspus olmuş, yanakları kızarmış, yere bakmaktaydı.
"Kızım halimiz ortada, başımıza gelmeyen kalmadı. Bizim nasıl olduğumuzun ne önemi var Allah aşkına? Kusura bakma biraz sesimi yükselttim lakin asabım bozuldu. Gencecik bir hanımı tek başına ta Edirne'den buraya yollarken ne düşünüyordu bu adam yahu?"dedi ve yüzünü pencereye dönerek dışarıyı seyre daldı.Kendi kardeşi gibi severdi Nebahat Hanım'ı. Babaları kan kardeş olduğundan aile dostlukları vardı. Nebahat, Sebahat, Halid ve Ali İzzet birlikte büyümüşlerdi. Kendini ona Halid'den daha yakın hissederdi.
Sebahat Hanım;
"Sorumsuz adam ne olacak? Düşündüğü mü var sanki?"dedi.
"Biliyorum bana kızgınsınız lakin elimde değil. Affedin beni n'olur."diye cevapladı Nebahat Hanım.Eniştesi ve ablası ilk günden beri Fethi ile izdivacına karşı durmuşlar ancak kendisi söz dinlememiş ve aile baskısından kurtulmak ümidiyle Edirne'ye yerleşmişti. Edirne'ye gitmesi ne onu mutlu etmiş ne de aile baskısından kurtarmıştı. Bir yıl arayla hem validesi Seher Hanım'ı hem de babası Tevfik Bey'i kaybetmişti. Düşündükçe kahroluyor, hatasını bir kez daha anlıyordu. Eniştesi de, ablası da ne deseler sonuna kadar haklıydılar.
"Kızım bak 'Elimde değil.' diye bir şey yok. Boşanırsın olur biter."dedi Ali İzzet.
"Aman enişte kim alır sonra beni, bir başıma ortalarda kalakalırım."
"Nebahat bunu sahiden söylüyorsan kendine ayıp edersin bilesin. Yahu gençsin, güzelsin elbet bir hayırlı kısmet bulunur. Etraf izdivaç için sıra bekleyen nice adamla dolu. Sadece benim memur arkadaşlarımı bile düşünsek hepsi kapında pervane olurlar. Bir an önce kurtuldun kurtuldun yoksa bu sorumsuz adamla bir ömür geçmez."dedi Ali İzzet.O sırada Fatih Cami'nin minaresinden sela sesi duyuldu. Ali İzzet abdest almak için kalktı ve üst kata yöneldi. Hanımlar ise mutfağa, Leyla Hanım'ın yanına geçtiler. Ali İzzet lavaboya girmeden validesinin yanına uğradı. Kullandığı ilacın etkisiyle hemen uykuya dalmıştı validesi. Uyandırmamak için odadan ayrılıp lavaboya girdi. Abdestini aldı sonra odasına geçti ve üzerindekileri değiştirip odadan çıktı. Aşağı inerken Halid'in hâlâ uyanmamış olduğunu fark etti. Dünya yansa umurunda olmayacak rahatlıktaki biraderi, tosur tosur uyuyordu. Hafif dürterek uyandırdı.
"Halid Paşa'm rahatsızlık veriyoruz lakin uyanmayı düşünüyor musunuz? Cuma vakti geldi zira."dedi. Fakat Halid'in uyanası yoktu.
"Abi ben bugün..."
"Kalk hemen Halid! Kızdırma beni. " diye kesti sözünü.
"Aşağıda bekliyorum. Acele et."dedi ve odadan çıktı.
Aşağı inerek mutfağa girdi. Sofra hazırlanmıştı ancak canı hiçbir şey istemiyordu.
"Size afiyet olsun."diyip bahçeye çıktı. Biraz temiz hava almak iyi gelecekti.
Bahçedeki ağaçlara bakarken dalmıştı biraz. Yaprakları dökülmüş şu ağaçlar ne de çok benziyordu ailesine. Zamanla her şey yaşanıyor; yeri geliyor çiçek açıyor, yeri geliyor yaprak döküyor buna rağmen her yıl tazelenip varlığını sürdürüyordu. Yıllarını vermiş, çalışmış çabalamış, önce idadiyi bitirmiş sonraysa babası Halil Bey'in yardımıyla Dahiliye Nazırlığı'nda* memur olarak işe girmişti. Kısa süre sonra ise babasını kaybetmişti. Kardeşi Halid Manastır'dan babasının vefat ettiği yıl dönmüş ve Ali İzzet Bey'in ricaları sonucu -dil bilmesinin de etkisiyle- Tercüme Odası'nda** iş bulmuştu. Halid ne kadar askeri okul okumuşta olsa Zehra Hanım'ın isteği üzerine asker olma hevesinden vazgeçmişti. Askerliğini yapıp gelmiş, işini eline almış ancak hâlâ tam anlamıyla bir beyefendi olamamış; çocuksu hal ve tavırlarıyla konaktakileri ara sıra çileden çıkartmıştı. Ali İzzet ise yakın zamanda Zehra Hanım ve kayınvalidesi Seher Hanım'ın uygun bulmasıyla Sebahat ile evlenmiş ancak uzun çalışma saatleri yüzünden mutlu olamamıştı. Kendi yorulmakla kalmamış eşine de bir faydası dokunmamıştı. Adalarda yazları geçirmek için bir köşk satın almış ama babasının vefatı üzerine validesinin rahatsızlanması buna engel olmuştu. Kapının sesiyle kendine geldi daldığı düşüncelerden geriye döndü.Halid merdivenleri hoplaya zıplaya indi.
"Hadi paşam hadi, geç kalıyoruz."diyerek adeta eğleniyordu. Ali İzzet kardeşinin bu hallerine alışık olduğundan fazla takılmamış cebinden çıkardığı tesbihini çekmeye başlamıştı. Anlaştıkları gibi camiye Kemal Bey ile birlikte gideceklerdi. Ara sokaklardan geçerek tekrar Kemal Bey'lerin konağının bulunduğu sokağa geldiler. İbrahim Bey geldiklerini söylemek için konağın kapısını çalmaya gitti. Kemal Bey hazırdı; ceketini aldı ve çıktı. Arabaya bindiler."Çok bekletmedim ya?"dedi Kemal Bey.
"Yok yok yeni geldik zaten. Bizi başka biri bekletti. Kendileri gece vakti orada burada hanımları, Cuma vakti de uykuyu kovalıyor. Estağfurullah tövbe."dedi.
Kardeşi biraz olsun utansın kendine çekidüzen versin istiyordu ama nerede?
"Ne yapayım efendi. Sebahat'ten kaç kez rica ettim hayırlı bir kısmet bulması için lakin kimseyi bulamadı."dedi Halid. Ali İzzet sinirlenmişti.
"He meyhanede arıyorsun hayırlı kısmetini yani. Halid dua et Kemal yanımızda, yoksa ben sana verilecek cevabı bilirdim."dedi. Halid susmuştu. Kemal Bey'in ise iki kardeş arasına girmeye hiç niyeti yoktu.Ali İzzet arabanın eskimiş tekerlerinden gelen gıcırtı eşliğinde dışarıyı seyre daldı. Çocukluğunun geçtiği şu sokaklar eşsiz mimari evler ve bir o kadar eşsiz insanlar ile doluydu. Cuma saati olduğundan esnaf dükkânını kapatmış cami yolunu tutmuştu. Çoluk çocuk hepsi cami yolundaydı. Her zaman geldikleri bu yol doğrudan camiye bağlanan ana bir sokaktı. Sokağın sonundan onları her gelişlerinde büyüleyen Fatih Cami'sinin minareleri gözüküyordu. Biraz sonra caminin yanına yaklaştıklarında araba kalabalıktan gidemez oldu. Arabayı yol kenarına bırakıp kalan mesafeyi yürüdüler. Caminin iç avlusu o kadar kalabalıktı ki kendilerine zar zor yer bulabildiler.
Ali İzzet'in gözleri eşsiz hat figürlerine, kubbeyi dolanan ayetlere ve camiye eşsiz güzellik katan kandillere takıldı. Çocukluğundan bu yana hep bu camide kılardı cuma namazlarını. Babası Halil Bey ile gelirlerdi çocukken. Kandillerin en ortasında durup ana kubbeye doğru bakmaya bayılırdı Ali İzzet. Cuma namazları onun için bir geriye dönüş ve eskiyi yâd ediş oluyordu.
Namaz bitiminde tekrar arabanın yanına kadar yürüdüler. Kemal Bey işleri olduğunu söylese de Ali İzzet Bey'in ısrarı sonucu, öğle yemeğinden sonra ayrılmak şartıyla onlarla gitmeyi kabul etti.
*Dahiliye Nazırlığı (Nezaret): İçişleri Bakanlığı.
**Tercüme Odası: diplomatik çevirileri yapmanın yanı sıra, gümrük, pasaport, maarif, telgrafçılık gibi Fransızca bilgisi gerektiren her durumda görev yapan Hariciye Nazırlığı'na (Dışişleri Bakanlığı) bağlı büro.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
-MEMUR-
Historical FictionHerkese merhaba, yakın dönem Osmanlı Türkiyesi, devleti zora sokan durumlar, girilen ve ağır şekilde kaybedilen savaşlar ile cumhuriyetin kurulmasına giden süreçteki bir konak hayatını ele aldığım kitabım sizlerle. Aşk, mutluluk, yoksulluk ve yapıla...