Sebahat ve Nebahat, üst kattaki hanımlara ait bölmede konuşuyorlardı.
"Görmüşsündür sen de şu gazeteleri."dedi Sebahat.
Nebahat "Görmeseydim keşke, okuduklarıma inanamadım."diye cevapladı, boğazı düğümlenmişti konuşurken.
"Tevekkeli, Ali İzzet'im eve gelemiyor bir türlü nezaretten."dedi Sebahat ve ekledi. "Beraber vakitte geçiremiyoruz ki. En son 1 ay evvel konağa erken dönmüştü de o vakit biraz oturup iki lafın belini kırmıştık."
Nebahat ablasının içinde bulunduğu durumu validesi ve babasınınkine benzeterek "Zor hemşirem zor. Beybabam ile validem sırf bu sebepten ne çok kavga ederlerdi hatırla?"dedi. Sahiden de validesi pek kızardı adamcağıza, sanki keyfinden geç geliyormuş gibi.
"Bilemiyorum. Ali İzzet'e çocukluğumdan bu yana duyduğum ilgi ve alakayı biliyorsun."dedi ve kahvesini yudumladı Sebahat. "Bilmem hatırlar mısın? Eski konakta otururken bize geldiğinde hep en güzel elbiseleri giyer, en güzel kokuları sürer öyle inerdim aşağıya."diyerek gözünü camdan dışarı dikti. Sokaktan gelen geçenlere baktı biraz.
Nebahat "Hatırlamaz olur muyum abla? Beybabam pek kızar, 'Görücü geldi de benim mi haberim yok kızım?' derdi." diyerek hafif sırıttı.
Sebahat fincanı sehpanın üstüne koyarken "Validem gözlerini koca koca açar, odama yollayıp üzerimdekileri çıkarttırırdı." dedi.
"Bir keresinde Ali İzzet yine bizdeyken yanına oturmuştum da kıskanıp üzerime hoşaf tasını devirmiştin. Hatırlıyor musun abla?"dedi Nebahat. "Validem bayramda aldıkları elbisenin o halini görünce düşüp bayılmamak için kendini zor tutmuştu."diye de ekledi.
Sebahat ortamın giderek yumuşadığını fark ederek "Mübalağa ediyorsun hemşirem, alt tarafı bir tas hoşaftı. Hem bence yatıp kalkıp dua etmelisin."diye takıldı kardeşine.
"Niçin ayol? Üstümü hoşaf ettin diye mi?"diye sordu Nebahat.
Sebahat gülmemek için kendini zor tutarak "Hayır, hoşaf kazanını kafandan aşağı dökmediğim için tabi ki. Ne işin var Ali İzzet'imin yanında?" dedi.Oda kahkahalara boğulmuştu. İki kardeş birbirlerini ne kadar çok özlediklerini fark etmişlerdi. Bir ara Sebahat Hanım lafı Fethi Bey ile boşanması konusuna getirmeliydi. Doğru zamanı yakaladığını düşündüğü anda söze girdi.
"Nebahat; Ali İzzet sabah pek kızdı, sen de pek üzüldün biliyorum ama kötülüğünden söylemedi bilesin. Ali İzzet seni öz kardeşi gibi seviyor, Edirne'nin karıştığını duyar duymaz nasıl telaşlandı bilemezsin. Bak aramızda sadece iki yaş var lakin yine de ablan olarak sana doğruyu göstermem gerek. Okumak istemiyorum, mektebi bırakacağım dedin yanında durdum. Benden önce evlenmek istedin ben yine ses etmedim ve hatta arkadaşlarımın kardeşlerini tanıştırdım. Hepsine bir bahane bulup burun kıvırdın. İki tatlı söze, bir kuru çiçeğe kanıp o ipsiz sapsız adama vardın. Gideceğiz dedin yastık altında neyim varsa çıkartıp eline verdim. Ben, sen mutlu ol diye kendi mutluluğumu erteledim. Tam beş yıl Ali İzzet'i beklettim. Biz senin Fethi aşkın olmasaydı beş sene evvel evlenmiş şimdiye iki çocuk bile yapmıştık. Gelgelelim sen mutlu olamadın. Validem ve beybabamın ahı mı tuttu nedir bilmem? Yokluk içinde Edirne'de o adamla geçinmeye çalıştın. Yedi hadi bilemedin sekiz sene oldu, hâlâ adamın gerçek yüzünü göremedin. Bak hemşirem niyetim seni üzmek değil velakin bu adam seni sevmiyor besbelli. Yazdığın mektuplarda sen de söylemişsin bunu, e meyhaneye de takılıyormuş uğursuz. Daha niçin bekleyeceksin Nebahat'im. Gençlik, güzellik elden gitmeden bir hayırlı kısmetle baş göz etseydik seni."dedi Sebahat.
Nebahat ablasının her söylediğini olmasa da büyük çoğunluğunu kabul ediyordu. Zaten ablasından bu nutku ilk dinleyişi değildi ancak diğerlerinden farklı olarak daha önceden hiç bu kadar haklı bulmamıştı kendisini.
"İyi dersin, hoş dersin de Sebahat beni kim alır? Ne sen kadar güzelim, ne elimden bir iş gelir. Âlem beni evine hizmetli diye bile almaz canım."dedi.
"Ay yeter Nebahat!" sesi ciddiye dönmüştü Sebahat'in. Az evvelki sıcak ortam bir anda soğuyuvermişti. "Canım mübalağanında bir sınırı var değil mi ama? Kızım zamanında konağın cumbasından bakarken harbiyeliler sıralanmıyor muydu sokağa? Babam sokağa salmıyordu seni, biri tutarda görücüye gelir diye. Hem elimden iş gelmez de ne demek? Zamanında mektebi bırakıp yaptığın çeyizleri şuraya sersem, odada adım atacak yer bulamayız."dedi.
"Velev ki öyle diyelim Sebahat. Evlenip boşanmış bir hanımı kim ister ki?"dedi ve ellerini kucağında birleştirip avucuyla içlerini ovmaya başladı.
"Hemşirem evlendin de sanki boy boy çocuk mu yaptın? Allah bilir adamla..."
"Aman Sebahat! Ne diyorsun öyle."diye sözünü kesti ablasının.
"Ne var canım? Aa yalan mı? Aynı yastığa baş koyamadık daha demedin mi sen? Efendim bu da garip, sekiz yılda hiç mi yanaşmadı bu adam sana."dedi Sebahat aynı kararlılıkla.
Nebahat utana sıkıla "Yok Sebahat. Bir gece olsun yatmadı ki yanımda."dedi.
"Ah Nebahat ah! Seviyor, ölüyor, bitiyor dedin, adam bir gece yatağın yolunu bulamamış. Bir de hâlâ bu izdivacın devamı için çabalıyorsun." Sebahat bu sözüyle kardeşini bu konuda daha mantıklı düşünmeye sevk etmek istiyordu.
"Bilemiyorum Sebahat. Kafam allak bullak." cevabı gecikmedi Nebahat'ten.
Sebahat oturduğu koltuktan hafifçe doğrularak "Sen otur biraz düşün, ben de ineyim, beyler bir şey istiyorlar mı bakayım."dedi ve fincanları tepsiye aldı.
"Ben de geleyim bari, yardımım dokunur hiç olmazsa."dedi Nebahat. Çoktan ayaklanmıştı.
"E hadi gel bari."dedi Sebahat. Ayağa kalkıp terliklerini giydi ve tepsiyi alıp kapıya yöneldi.
Nebahat arkasından seslendi "Sebahat."
"Efendim?"
Nebahat'in ağzından kelimeler zar zor çıktı. "İyi ki varsın hemşirem."dedi ve ablasına doğru yöneldi.
"Sen de Nebahat'im. Haydi gel inelim aşağı." Odadan çıktılar. Aşağı inip oturma odasına girdiler. Kemal Bey ve Ali İzzet sohbeti o kadar koyultmuşlardı ki onların odaya girdiklerini farketmediler bile.
"Ya işte öyle Ali İzzet. Adamlar kendi oluşturdukları yönetim biçimiyle kimseye göz açtırmıyorlar."dedi Kemal Bey.
Ali İzzet "Öyle ya Sultanımız Reşad Han'ı bile konuşturtmuyorlar. Kimseye tahammülleri kalmadı. Balkanlardaki şu savaştan Allah bilir padişahın herkesten sonra haberi olmuştur."dedi.
"Padişah Efendimiz biraderi Hamid Han'ın yaşadıklarını yaşamak istemiyor. Kendince haklı sebepleri var. İttihatçıların işine karışıp kendi sürgün kararını kendi mi imzalayacak? Aslına bakarsan ben hünkârımıza fikrinin sorulduğunu dahi düşünmüyorum."dedi ve devam etti Kemal Bey.
"Bak savaşa girdik İttihatçılar hemen fırsat bilip sıkıyönetim ilan ettiler. Adamların kafası zehir gibi mübarek, kendi menfaatleri olan her işe basıyor."dedi.Sebahat bir iki sahte öksürük ile varlıklarından haberdar etmek istedi ama beylerin duyacağı yoktu. Araya girerek "Efendim sohbetinizi balla bölüyorum lakin yemek hazır olana kadar bizden istediğiniz bir şey var mıdır acaba?"dedi.
"Yok Sebahat'im, sağ olasın."dedi Ali İzzet. Sebahat tam cevap verecekti ki,
"Ya siz?"diye araya girdi Nebahat. "Siz bir şey arzu eder miydiniz?"diyerek de sorusunu açtı. Kemal Bey ile ilk defa karşılaşıyorlardı.
"Teşekkür ederim biz yemeği bekleyelim."diye cevap vermişti Kemal Bey. Başını kaldırıp hiç bakmamıştı bile Nebahat Hanım'a.Hanımlar sofranın hazır olup olmadığını öğrenmek için mutfağa geçtiler. Leyla Hanım yine elinden geleni yapmış, azı çoğaltmış ve ne varsa sofraya koymaya çalışmıştı. Sebahat Hanım oturma odasına giderek yemeğin hazır olduğunu haber verdi. Hepsi Ali İzzet Bey'in babası Halil Bey'in boş zamanlarda yaptığı ahşap oyma masanın etrafındaki yerlerine oturdular. Leyla Hanım, bir tepsi hazırlayarak Zehra Hanım'a götürdü.
Nebahat Hanım yemekleri servis etmede ablasına yardım ediyordu. Kemal Bey biraz çorba koyması için kâseyi Nebahat Hanım'a uzatırken ilk kez kafasını kaldırarak bu güzellikle gözlerini buluşturmuş oldu. Nebahat Hanım; bembeyaz tenli, orta boylu, ablası gibi ela gözlü, temiz yüzlü bir hanımefendiydi. Kemal Bey bir anda büyülenmişti. Evli bir hanıma bakarak büyük bir günah işlediğinin farkına çabuk varmış olacak ki,
"Estağfurullah tövbe. Sen affeyle Allah'ım."dedi. Kimse Kemal Bey'in neden böyle bir tepki verdiğini anlayamamıştı.
"Hayr olsun Kemal'im. Bir şey mi oldu?" diye sordu Ali İzzet.
Kemal Bey ne diyeceğini bilemeyerek,
"Kusura bakma azizim, dalmışım."dedi.
Ali İzzet pek üstelememişti, kendisi de dalıp dalıp gidiyordu şu sıralar. Uzun saatler çalışmaktan olsa gerek diye düşündü.Nebahat'te servisi bitirip yerine geçti ve oturdu. Sofrada derin bir sessizlik hakimdi. Sadece kaşıkların ve tabakların arada bir çıkarttığı gıcırtı sesleri duyuluyordu. Ali İzzet yemek yenirken konuşmayı hiç sevmezdi bu yüzden sofradayken konuşulmaz sadece ihtiyaç dahilinde birkaç ufak kelime edilirdi. Aslında Ali İzzet'in sofrayla alakalı sevmediği tek konu bu değildi. Ayrı gayrı yenilen yemekleri de hiç sevmiyordu. Tüm aile bireylerinin bir arada sofrada olmaması, onu huzursuz ediyordu ama elden de bir şey gelmiyordu. Zehra Hanım rahatsızdı, Halid ise çoğu zaman evde yemek yemezdi. Sahi ya aklına gelmişken. Acaba yine hangi delikteydi Paşa Hazretleri?
Camiden birlikte dönmelerine rağmen izin gününü fırsat bilip kendini hemen sokağa atmıştı Halid. Muhtemelen konağa gece geç saatte döner, ertesi gün erkenden nezaretin yolunu tutardı. Meyhanede olmamasını ümit ediyordu. Kardeşinin meyhane takılmacaları yüzünden dışarda çeşitli söylemlere maruz kalıyordu. Kim ne dese sonuna kadar da haklıydı. Doğru olduğunu bildiğinden kardeşini bir kez olsun savunamamıştı. Halid'in son zamanlardaki bu meyhane sevdası hiç hayra alamet değildi. Çoğu zaman eve sarhoş geliyor, sabahları ise Leyla Hanım bin türlü zahmetle paşamızı uyandırıyor ve nezarete postalıyordu. Validesi Zehra Hanım ise bu duruma hayli üzülmüş görünüyordu. Bir anne olarak en tabii isteği oğlunun iyi bir beyefendi ve hayırlı bir insan olduğunu görmekti. Ali İzzet Bey buna hiç inanmasa da bir ümit bekliyordu. O kardeşini düşünürken kapı bir anda gümbür gümbür çalındı. Kapıdaki kişi her kimse çok aciliyeti olduğu kesindi zira aralıksız çalıyordu.
Sebahat kalkıp kapıya yöneldi. Kapıyı açtığında karşısında...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
-MEMUR-
Historical FictionHerkese merhaba, yakın dönem Osmanlı Türkiyesi, devleti zora sokan durumlar, girilen ve ağır şekilde kaybedilen savaşlar ile cumhuriyetin kurulmasına giden süreçteki bir konak hayatını ele aldığım kitabım sizlerle. Aşk, mutluluk, yoksulluk ve yapıla...