Beomgyu ve Taehyun'u geride bırakarak hızlıca okuldan çıkmıştım. Belki biraz daha hızlı olursam, Yeonjun'a yetişebilirim diye düşünüyordum. Boğazıma bir yumru oturmuş, vücudumun her yeri karıncalaşmaya başlamıştı.
Kai bana onun benden yavaş yavaş hoşlanmaya başlayabileceğini söylemişti, en başta inanmamıştım bu ihtimale ama... Yeonjun'da bunu onaylamıştı. Benden mi hoşlanıyordu..?
Hayır... Bu imkansızdı, neden benden hoşlanırdı ki? Ne hakkında konuşmak istediğini öğrenmem lazımdı.
Soobin: Beomgyu
Beomgyu
Beomgyu
Beomgyu
BeomgyuBeomgyu: ney
Soobin: Yeonjun neden beni çatı katına çağırmış olabilir?
ÇBAUK CEVAP BER
ZAMANIM KZITLI
YAPMUR YAĞIXAKBeomgyu: Soylersem Yeonjun beni yasatmaz askm
Soobin: Söylemezsen ben seni yaşatmam
Beomgyu: Sakin ol ama
Nolur
Yalvaririm
Oturuyo musunSoobin: Hayır ZAMANIM KISITLI DİYOEUM ALOO
Beomgyu: OFFFF
YEONJUN
COK
OZUR
DILERIM
AFFET
BWNI
SOOBIN YEONJUN SENDEN HOSLANIYO
Soobin?
Heeeey???
AGZUAN SICIVM MAL YA
SIKTIR GIT BUL COCUGU OFYeonjun... Yeonjun benden hoşlanıyor...
Benden gerçekten hoşlanıyor, platonik değilim. Benden hoşlanıyor... Ben...Yeonjun beni Arin'e sarılırken gördü... Ve bunu fark etmem ile birlikte, şimdi yavaş yavaş çiselemeye başlayan yağmurla birlikte boğulabilecekmiş gibiydim. Çok mu kırmıştım o narin kalbini? Gözünden düşmeye yeltenen o yaşların sebebini yer yüzünden silebilecek kadar sevdiğim kişiyi ben mi kırmıştım? Onu kırdığım gibi kendimi de kırardım, yeryüzünden silerdim kendimi. Eğer onu mutlu edeceksem boğardım bu yağmurda kendimi.
Hemen önümde bir park vardı. Yavaşça parka gitmiş yağmur damlalarının daha tam ıslatmadığı salıncaklardan birine gelişi güzel oturmuştum. Ne de çok anım vardı bu parkta. İlk adımlarımı bu parkta atmıştım, ilk arkadaşlarımı bu parkta edinmiştim, ilk aşkımı bu parkta yaşamıştım... Onu bulmam gerekiyordu, onun herhangi bir yerde oturmuş, melek yüzünde minik damlaların süzülmesi fikri öldürmüştü beni defalarca. Son kez gökyüzüne baktım, ve telefonum çaldı.
Neden orda oturuyorsun?
YEONJUN! NERDESİN?
Üşüteceksin, eve git.
Hayır gitmiyorum.
...
Bana nerede olduğunu söyle.
...Eve git, lütfen.
Eğer bana yerini söylemezsen bu soğukta hipotermi geçirese kadar kalırım.
...Çok inatçısın, git artık. Ailen merak edecek.
Hayı-
"Cidden telefonu mu kapattın?.."
Fark etmiştim. Onun dışarda olduğu o kadar belliydi ki... Yağmur sesini gizleyememiş ve bana az önce çok önemli bir ipucu vermişti. Beni uzakta olsaydı nasıl görebilirdi ki? Parkta bir çift salıncak, iki yaylı at, bi tahterevalli bi kaydırak, ve küçük çocukların oynaması için plastikten yapılmış renkli, eve benzeyen bir yer vardı.
Yüzümde yer edinmeye başlamış sırıtmaya engel olamıyordum. Hatta hafifçe kıkırdamaya başlamıştım. Kafamı yavaşça plastik eve doğru çevirdiğimde, minik penceresinden, bacaklarını göğüsüne çekmiş, kolları ile dizlerini sarmalayan beden ile göz göze geldiğimizde, bal köpüğü gözlerinin, bana attığı bakışlarının ruhuma işlediğini hissedebiliyordum. Ama ona bakmam ile gözlerini benden ayırması ve kendi parmak uçlarına odaklanması bir olmuştu.
Yavaşça oturduğum yerden kalkmış, ayaklarımın minik çakıl taşlarında çıkardığı ses eşliğinde o kırılmış ruhun yanına yol alıyordum. Minik evin kapısını aralayarak, içeride, kendini köşeye sıkıştırmış, minicik duran bedenin yanına oturdum. Onun beni dinlemesini ve yanlış anlaşılmayı düzeltmeyi umarak konuşmaya başladım.
"Bundan yaklaşık 1.5 yıl önce 10. Sınıfın başları okul çıkışları bu parka gelir, buradaki hayvanlara bakar, onları sevmeden eve gitmezdim. Çok tatlı mavi gözleri olan siyah beyaz bi kedi vardı. En sevdiğim kedi oydu hatta. Bir süre sonra o minik kedinin yavruları olmuştu, her biri öyle güzeldi ki gelen çocuklar o yavru kedileri teker teker almış geriye aynı annesinin gözleri gibi mavi gözlere sahip minik bembeyaz iki üç yavru kedi kalmıştı. Ne yazık ki, bir gün o güzel siyah beyaz kediye araba çarpmış... Parka geldiğimde bi çocuğu kaldırım kenarına çökmüş bi şekilde o beyaz yavru kedilerin tekine sarılmış, minik kedi annesiz kaldığı için ağlarken görmüştüm. Ben, işte ben o zaman aşık oldum..."
Anlatırken, yanımda oturan çocuğun, o bal köpüğü gözlerini, benim gözlerime kenetlediğini, yaşaran gözlerinden yaşların akmaya yeltendiğini görmüştüm. Onu bu şekilde gördüğüm için benim de gözlerim yaşarmış, ağzımdan çıkacak olan bir sonraki cümlenin kırık kırık çıkmasına sebep olmuştu.
"Y-yeonjun-ah, ben... ben bunları, senin o yıldızlara ev sahipliği yapan gökyüzü gibi gözlerinde yağmurlar yağsın diye anlatmadım k-"
Cümlemi bitirmek üzere iken ellerinden biri, okul gömleğimin yakasından tuttu, öbür eli ensemi tutup beni kendine yaklaştırdı... Ve o an nefesim durdu, zaman durdu, yavaşça gözlerim kapandı ve etrafımdaki her şey durdu, ama kalbim ise aksine hiç o kadar hızlı atmamıştı. Tek odaklanabildiğim şey, benimkilerle birleşmiş olan, onun yumuşak dudakları, tek hissedebildiğim şey beni narin bir şekilde öperken, onun, benim bilmemi istediği duygularıydı. Daha 'rüya mı? Yoksa değil mi?' Anlamlandıramadığım bu an, dudaklarını yavaşça benimkilerden ayırması ile son bulmak üzereydi, ama izin vermedim.
Ellerim, ensesindeki saçlara dolandı ve onu daha sert bi şekilde kendime çektim. Ona hissettiğim tüm bu duyguları, içimde yaşattığı fırtınaları, denizimde batırdığı bütün bu gemileri, bütün hislerimi, tüm yoğunluğuyla göstermek istiyordum. Üst dudağını dudaklarım arasına sıkıştırmış, nefesim tükenesiye kadar emmiştim. Nefessizlikten başımız dönesiye kadar birbirimizi öpmeye devam etmiş, ardından biraz soluklanıp, ardından nefeslerimizi yeniden birbirine karıştırmıştık.
O gün ne kadar öpüştük, kaç kere nefesimizi birbirimizde bulduk bilmiyorum ama tek bildiğim şey bir daha bu öpücüklerin sonunun gelmeyeceğiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Every Little Thing • Yeonbin
Fanfiction🎵You are my favorite nightmare, and for once I'm not scared.🎵 Texting | Düz yazı •Mizah?• Soobin#1 Yeonjun#4 Yeonbin#12