hold me when the things go wrong

77 17 34
                                    

kulağımdaki kulaklıklarla beraber kitap okumaya daldığımda saatin ışıkların kapanma zamanına yaklaştığının farkında değildim.

genelde çevremdeki olaylara çok dikkat eden biriydim, bu yüzden etrafımdaki herkes ayaklandığında kulaklıklarımdan birini çıkarıp neler döndüğünü kontrol etmekte ikinci kez düşündüğümü söyleyemezdim.

eh, dürüst olmak gerekirse bu kadar sessiz bir yerde olan bir şeyi anlamamak için de biraz aptal olmak gerekiyordu.

kütüphane kapısının önünde konuşan kişi kimse, ben kulaklıklarımı çıkarana kadar sesi kesilmişti. ayaklanan kişilerin kapıya doğru ilerlediklerini fark ettiğimde çevremde dolaşan insanlara neler olup bittiğini soramayacak kadar gerilmiş ve utangaç hissediyordum kendimi.

sormama çok da gerek olmadığını anlamak pek uzun sürmemişti. olağanüstü bir durum varsa mutlaka insanlar kendi aralarında bile olsa panikle konuşurlardı çünkü.

"ne kaçağı varmış?"

"duymadın mı? sadece kaçak dedi işte. basit bir şey olsaydı hemen çıkmamızı istemezdi."

"peki, gidelim o halde. binanın üstüme patlamasını istemiyorum."

patlamak?

pekala, eğri oturup doğru konuşmak gerekirse herhangi basit bir kaçağın patlama yaratmayacağını herkes bilirdi. öğrencilerin çoğunun sağa sola telaşla koşuşturmasından da belli olduğu gibi, birilerinin bu binayı acilen boşaltması gerekiyordu.

beklememin yeterince anlamsız olduğunu düşünmemin ardından telefonumu da kapıp kapıya doğru ilerlemem fazla uzun sürmemişti. yanımdan hızlı adımlarla ilerleyen kalabalığın etkisiyle kolumu kapıya çarptığımda bile aklım bir anda o kadar çok düşünceyle dolmuştu ki, kolumla beraber kapıya çarpıp 'servis yok' ibaresi beliren telefonumu kontrol etmek aklıma bile gelmemişti.

çevremdeki telaştan etkilenen kulaklarım uğuldamaya başlarken yeni bir panik atakla yüzleşmemin ciddi anlamda sırası değildi. bu yüzden her ne kadar bu kadar insanın içinde nefes alamasam da merdivenlerin sonuna ulaşmaya çalıştım.

elime o anda büyük bir yük gibi gelen telefonumu içine atmak üzere çanta askılığımı omzumdan çekiştirirken, ellerinde kaynar suları başımdan aşağı dökmeye hazırlanan koruyucu meleklerimden kesinlikle habersizdim.

aşina olduğum kolyemin zinciri parmağıma sürtünmediğinde durakladım.

henüz kütüphanenin bir alt katındaydık, bu kadar kalabalığın içinde düşürmüş olsam bile aramaya çalışmak büyük bir aptallıktan başka hiçbir şey olmazdı.

çantama koymuş olma ihtimalim yoktu, odadan çıkarken de her zamanki gibi boynumdaki yerindeydi.

bu da demek oluyordu ki, düşürdüysem bile bu çok yakın bir geçmişte olmuştu.

hissettiğim çaresizlikle beraber aniden dolan gözlerim, bana beş samiye öncesine kadar aptallık olarak nitelendirdiğim arama eylemini hayata geçirmem için büyük bir baskı uyguluyordu.

ucunda küçük bir hilal ve yanında birkaç minik yıldız bulunan, gümüş renkteki bir kolyeydi. fiyatını önemsemiyordum, öyle pahalı bir şey olduğu da söylenemezdi fakat benim için manevi anlamı ölçülemez derecedeydi.

aramaya çalışmam kendime de birkaç kez hatırlattığım gibi büyük bir aptallıktan ibaretti ancak o panik ortamında mantıklı düşünebileceğimi de çok düşünemezdim.

az önce zorlukla inebildiğim merdivenleri insanların garip bakışları eşliğinde tekrardan tırmandım.

kütüphanenin içine girdiğimde rafların arasında kaybolma ihtimalim çok yüksekti. içeride kimse yoktu, tek başıma ne kadar bulabilirdim onu da bilmiyordum açıkçası. tek düşünebildiğim aramaktı, bulabilene kadar aramak.

rafların arası ışıklandırmalara rağmen hala hafifçe karanlıktı. insanların dikkatini çekmek için kapatmış olmalıydılar, bu yüzden ışığını kullanmak için çantamdan telefonumu çıkardım.

servis olmadığını fark ettiğim ilk andı. fazla umursamadım, hemen çıkmayı planlıyordum. çıktığımda başkasının telefonunu kullanabilirdim nasıl olsa.

gezindim, hızlı hızlı rafların arasına bakındım.

telaşımdan dolayı kaybettiğim zaman kavramı beynime işlerken hiç tahmin edemeyeceğim bir şey oldu.

tüm ışıklar söndü.

küçüklüğümden beri anlamlandıramadığım bir şekilde karanlıktan çok korkardım. çünkü karanlık, kocaman bir kara delik gibiydi. neler geleceğini, neler olacağını bilemezdiniz.

dizlerimin titrediğini hissederken gözlerimin yavaş yavaş karanlığa alışmasını bekledim. telefonum doğru düzgün çalışmıyordu, ışığının da bir yere kadar dayanacak olması saniye saniye daha da gerilmeme sebep olmuştu.

hakkımda en çok nefret ettiğim şeylerden birine gelmem gerekirse, karanlıktan ciddi anlamda çok korkardım.

bulunduğum rafların arasına sindim. bu halde buradan çıkmamın bir imkanı yoktu.

yavaş yavaş görüşüm bulanıklaşmaya, kalbim hızla atmaya başladı. aldığım nefes ciğerlerime yeterli gelmiyordu. midemin kasılmaya başlamasıyla gözlerimi kapattım.

beynimin içinde hala ayakta kalabilen net bir ses çıkmamı haykırıyordu. ona tutunmaktan başka çarem olmadığını biliyordum, bunu inkar edemezdim fakat ayağa kalkmak bir yana, parmaklarımı hareket ettirmeye bile gücüm yoktu.

gözlerimi açmaya çalıştım ancak bu sadece daha çok kasılmama neden oldu. ve ancak o sırada kokuyu net bir şekilde duyabildim.

gaz kokusu?

aptal bir panik atak yüzünden gazdan zehirlenecek, öylece burada ölüp gidecektim.

korku tüm bedenimi sardı, karıncalanan vücuduma rağmen kendimi bırakmamak için direndim.

ciğerlerimin tıkandığını hissettiğimde, aniden gelen öksürme dürtüsüyle gözlerimi açtım. uzaklardan, çok uzaklardan birkaç adım sesi hissetmemle çıkardığım ses seviyesini olabildiğince arttırmaya çalıştım.

hayal görüyor olsam da, sonuçta yaptığım onca aptallığa karşın bir şeyler yapmam lazımdı.

"luna?"

bekle, jaemin?

bir görevli olmasını, belki de itfaiye veya polis olmasını bekliyordum fakat jaemin kesinlikle tahminlerim arasında yoktu.

adım seslerinin gittikçe yaklaşmasını, birkaç hararetli öksürmeyi ve adımın seslenilmesini dinledim. sesimi çıkaracak, olduğum yeri belirtecek birkaç şey yapmaya çalıştım.

buraya girmemeliydi, tek bir kişi için fazlasıyla tehlikeliydi ve beni çıkarmaya çalışsa bile fazlasıyla zaman kaybedebilirdi.

fakat beni buldu, koşar adımlarını bana yönlendirmesini dinledim. gazın etkisinden mi bilinmez, gözlerimi açacak halim olmamasına rağmen bana sarıldığını ve her şeyin geçtiğini mırıldandığını hissettim.

ancak na jaemin, hayatında ilk defa bu kadar yanılmıştı.

a basketball issueHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin