hastanelerden ne kadar nefret ettiğimi daha önce hiç fark etmemiştim.
ben uyandıktan sonra yaklaşık bir iki gün gözetim altında tutulmuş, sonra taburcu edilmiştim ancak bu tabii ki jaemin için geçerli değildi.
o da ben uyandıktan birkaç saat sonra uyanmış, yangyang ve chenle yanına gitmişti. benim yanımda hala renjun kalıyordu.
bu bir hafta içinde jaemin'i bir kere olsun görebilmek bir yana, tek bir kelime bile etmemiştim. durumunu diğerlerinden öğrendiğime göre pek mutlu olduğu da söylenemezdi.
şimdi ise hastaneye gitmek için evden çıkmaya hazırlanıyordum. alt tarafı jaemin'i görmeye gidecektim fakat üstümde çok büyük bir yük varmış gibi hissetmem bir yana, ayaklarım geri geri gidiyordu.
kötü hislerimi görmezden gelerek babasının sürücü koltuğunda oturduğu arabaya ilerledim. yurttaki olaylar yaşandıktan sonra hastanede beni gören ailesi evlerinde kalmaya davet etmişti.
gerçi, ben hala bunları hak etmediğimi düşünüyordum. oğullarının hayalini elinden almıştım. bir süre sonra iyileşse bile asla hiçbir şey aynı olmayabilirdi.
güç almak istercesine elimde tuttuğum telefonu hafifçe sıktım, arabanın kapısını açıp arkaya oturdum.
hareket ettiğimizde başımı arkaya doğru yasladım, sakinleşmek için birkaç derin nefes aldım. renjun, yangyang ve chenle orada olmayacaklardı, babası da beni bıraktıktan sonra işe gitmesi gerektiğini söylemişti.
kısacası, koca bir gün onunlaydım ve ne yapacağım hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu.
arabanın park edildiği hissiyle gözlerimi açtığımdaysa çoktan varmıştık.
jaemin'in babası ben arabadan indiğimde hafifçe bir baş selamı verip gülümsemiş, ardından işe gitmek üzere yola çıkmıştı. ben de sağ elimde tuttuğum telefonumu cebime koymuş, gergin ve olabildiğince kısa adımlarla hastanenin girişine doğru ilerlemiştim.
kapıya yaklaştığım her adımda hastanelerdeki o boğucu hava beni de sarıyor, hali hazırda gerginlikten tırnaklarını kemiren ruhumu daha da kötü bir duruma sokuyordu.
odasını hatırladığımı düşünerek resepsiyonu atladıktan sonra merdivenlere doğru ilerledim.
istemeye istemeye de olsa odasına vardığımda, camdan gördüğüme göre yatakta ayaklarını uzatmış, sırtına yastık dayamış bir şekilde oturuyordu. uyumuş olmasını uman ben için pek de mutlu edici bir görsel değildi bu.
kapıyı bir iki kere tıklattıktan sonra içeri girmemi söyleyen yorgun sesini duymamla gözlerimin yandığını hissettim.
ancak kendimi toparlamam gerekiyordu. sinirleri çoktan bozuk olmalıydı ve ben onun yanında olmalıydım.
gözlerimi birkaç kez kırpıştırdıktan sonra olabildiğince kendime gelmeye çalıştım. odaya adım attığımda yüzümde tutmaya çalıştığım bir gülümseme vardı.
"yalandan gülümsemeyi cidden asla beceremiyorsun."
hafifçe kıkırdayarak mırıldanan sesini duyduğumda bu sefer gerçekten gülümsedim.
yanına yaklaştıktan sonra yatağın yanındaki kanepeye oturdum. ister istemez etrafımızı saran gergin hava asla peşimi bırakmıyordu, onun bunu da en az benim kadar hissettiğine emindim.
yaklaşık beş dakika süren bir sessizlik sardı etrafı. ikimiz de ne söyleyeceğimizi bilemiyorduk. buna artı olarak, bana kızgın olması muhtemeldi. benim yüzümden belki de hayallerini gerçekleştirmede büyük bir fırsatı kaybetmişti.
zamanın geçmesi, olası bir diyaloğun önünün şimdilik kesilmesi için kendimi olabildiğince oyalamaya çalıştım. giydiğim hırkayı çıkarıp olabildiğince küçük adımlarla askıya ilerledim, kısa bir merasimle asıp yerime geri döndükten sonra telefonumu yanıma aldığım küçük çantaya yerleştirdim.
bunların hepsini yaparken hiçbirinde jaemin'in bana bakmadığını hissediyordum.
"bana kızgın mısın?"
bekle.. ne?
"hayır, neden kızgın olayım ki?"
"seni daha hızlı oradan çıkarmalıydım. fazlasıyla oyalandım, ki bu sonradan acele edip seninle beraber düşmeme sebep oldu. morluklarının hala durduğunu görebiliyorum, canını yakmış olmalıyım."
sözlerine o kadar şaşıp kalmıştım ki, az önceki sessizliğin ardında bir beş dakikalık sessizlik daha eklendiği konusunda hiçbir şüphem yoktu.
"hayır jaemin, aramızda sinirlenilmesi gereken biri varsa o kişinin kesinlikle sen olduğunu düşünmüyorum."
"ya?"
"salağa yattığını düşünmeme sebep oluyorsun.."
derin bir nefes aldıktan sonra sözlerime devam ettim.
"sinirlenmesi gereken biri varsa, o sen olmalısın jaemin. anlık bir aptallığım yüzünden belki de hayallerinden vazgeçmek zorunda kalacaksın ve bunun tek suçlusu benim."
gözlerim dolarken bakışlarımı elime indirdim.
harika.
"ağlıyor musun?"
sesimin titrememesi için özel bir çaba sarf etmeye çalışırken birkaç saniye çoktan geçmişti bile. ve tabii, ben daha ağzımı açamadan yeniden lafa girmesine sebep olmuştum.
"almam gereken cevabı aldım sanırım."
ifadesini görmek için başımı kaldırdığımda kızaran gözlerimi saklamak için hiçbir şey yapmadım. yalan söylemeyeceğim, beni o kadar iyi tanıyordu ki yüzümü gördüğünde gram şaşırmış gözükmüyordu.
"yanıma gelir misin?"
eliyle uzandığı yatağın yanını gösterirken masum ses tonuyla sorduğu soruya karşı çıkamayacağımı ikimiz de biliyorduk. oturduğum yerden ayaklanıp gösterdiği yere oturduğumda yüzünde kazandığını belli eden bir sırıtış vardı.
gülümsemesiyle kalp atışlarım hızlanırken bunu yüzüme olabildiğince yansıtmamayı deniyordum. yatağa yerleştirdiği elini kaldırıp boynumdaki kolyeye uzattığındaysa kemiklerimin kalbimi içeride tutmakta zorlandığına yemin edebilirdim.
bu kadar heyecanlanmamın anlamı neydi ki?
ben heyecandan titrememesine özen gösterdiğim gözlerimle gözlerini ayırmamaya dikkat ederken kolyemin kaymış zincirini eliyle düzeltmiş, gözlerini tekrar bana çevirmişti.
sağ elini bileğime indirip elimi tuttuğunda diğer elini de boynuma koymakta tereddüt etmemişti. başımı göğsüne yasladığında benimkine nazaran daha sakin olan kalp atışlarını hissediyordum.
"sebebi ne olursa olsun, benim yüzümden ağlamandan nefret ediyorum."
fakat onun bu sözlerinin ardından benim kendi kalbimle ne yapacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu.
sizce ben aktif olacağımı söyledikten sonra yine iki ay kaybolmuş muyumdur
ŞİMDİ OKUDUĞUN
a basketball issue
Fanfictionmark lee bu sene kaptanlığı na jaemin'e bırakmamaya kararlıdır.