Kar ayaklarının altında çatırdıyordu.
Hafif adımlar atıyordu, sanki yürüyemiyor gibiydi çünkü soğuk, bedenini uyuşturmuştu. Küçük kız, eski ve bedenine göre büyük ceketine sarılmış halde ormanda ilerliyordu.
İlgisiz bir bakışla, yeşil köknarlara ve dallarında yüzen sise bakıyordu. Elli mettre ötesinde soluk bir parıltı görüyordu- belki de bir fenerdi. Küçük kız kukuletasını başına gecirmeden önce, biraz çamur alıyor ve yüzüne bulaştırıyordu. Donmuş hava burnunun kızarmasına sebep oluyor ve dudaklarını titretiyordu.
Soluk Parıltı, büyük bir binanın verandasını aydınlatmakla görevliydi, ölüme yakın bir ampulün parıltısıdıydı bu. Birkaç pencere ya da en azından birinci katlardaki pencereler görünüyordu, binanın geri kalanı bitki örtüsü ile kuşanmıştı.
Zili aramasına bile gerek yoktu - eğer bir zil varsa - çünkü kapı aniden açılmıştı. Küçük kız korkuyu küçük bir ürkme ile benzeştirmişti.
- Kayıp mı oldun tatlım ?
Önünde duran şişman kadın şaşkın görünüyordu. Kafa karışıklığı yüzünden okunuyordu ancak yüzündeki ifade çabucacık yumuşatmıştı.
- Aman tanrım, donmuşsun sen! Hemen içeri gel!
Küçük kız tereddütle kapı eşiğine bakıyordu: ne bir ses vardı ne de bir mırıltı, sadece bir kandil ile süslenmiş koridor vardı veya görünüyordu. Kandilin zayıf, yıpranmış parıltısı bile küçük kızın retinasını yakıyordu.
- İçeri gelmiyor musun?
Kadın ona sıcak bir şekilde gülümsüyordu, bakışları nazik bir acıma ile doluydu. O an kızın tüyleri diken diken olmuştu ve aceleyle başka tarafa bakıyordu.
Küçük kız eşiği geçmekteydi.
Küçük kızın yerde sürünen ceketinin ardından giriş kapısı kapandı. Kapının kapanmasıyla birlikte orman tekrardan sessizliğe bürünmüştü.
Veranda ışığı birkaç dakika daha titredikten sonra son bir cızırtıda sönmüştü.
Çamların tepesindeki gece kadar ağır geçen saniyeler, dakikalar içinde sayılabiliyordu.
Sonra kapıdaki kilitler tekrar gıcırdadı. Kız, arkasına bakmadan önce verandanın basamaklarından iniyordu. Duman kokusu yavaşça havaya yayılıyordu ve burun deliklerine nüfuz ediyordu.
Küçük kız, yetimhaneyi yutan alevleri geride bırakarak ceketini almadan ormana geri dönüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Geçenin Çocukları (çeviri kitabı @Elisabeth_Koshava)
Science FictionSene 3324, New Kingdoms. İngiltere artık sadece mekanik, demir ve buluttan ibaretti. Teknolojik gelişmeler ile şehirler yükseliyordu ve oralara korku hükmediyordu. Bir anarşi günü, kabuslarla dolu bir gece. Güneş parladığı sürece, herkes istediğini...