⇱⇲CHAPTER TWO⇱⇲

77 19 13
                                    

Fille Du Diable

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Fille Du Diable

•Chapter Two•

۵

Saat öğlen bire doğru genç kız, neredeyse hayatının yarısını geçirdiği ahırın üst kısmındaki balkona çıkmış, üst üste dizdiği tahtaların tepesine tırmanmış bir şekilde parmak uçlarına yükselmişti. Bu şekilde önündeki küçük pencere misali açıklıktan dışarıyı izlemeye ve insanların neler yaptığını görmeye çalışıyordu. Geceleri kısa bir süre dışarı çıkma fırsatı elde ediyordu ve bu vakitte kasabada öğretmen olan abisinin ona öğrettiği kadarıyla elindeki kitabı bahçelerindeki dev çınar ağacının dibine oturarak okuyordu. Bulutların ardından yansıyan ay ışığı ağacın yaprakları yüzünden parçalanarak iniyordu yaş çimlerin üzerine ve büyüleyici bir görüntü sunuyordu genç kıza.

Yine de hava karardığında dünya, küçük pencereden yansıyan görüntünün yarısı kadar bile ihtişamlı değildi. Geceleri etrafta hareket eden tek bir canlı bile yoktu. Ya da atların yelelerini tarayan ortanca ablası, tarlayı biçen en küçük abisi yoktu. Bahçede inekleri sağan babası, evlerinin önünde, merdivende oturmuş onları izleyen annesi yoktu. 

Geceleri genç kız hariç hiç hayat yoktu etrafta.

Annesi kafasını kaldırdığında gözleri genç kızın gözleri ile kesişti. Bunu fark eden kız ise aceleyle geriye atıldı ve kuru toprakla karışmış samanların arasına düştü. Evet, annesinin onu görmesi elbette ki kötü bir şey değildi fakat sürekli çiftliklerine gidip gelen insanlar dolayısıyla dikkatli olmalıydı. Eğer ki onu gören kişi ailesinden birisi olmasaydı bu durum çok kötü sonuçlara yol açabilirdi.

Sırtını yerden ayırdı ve üzerini eli ile silkeleyerek elinden geldiğince temizledi. Sonra derince nefes verdi ve ayağa kalkarak ahırın kenarındaki yatağa ilerledi. Burada abisinin ona getirdiği yığın halindeki kitaplar, eşyalarının olduğu bir dolap ve ablasının ona yaptığı çikolatalı kurabiyeler vardı. Geçimini zar zor sağlayan bir aile olduklarından dolayı evlerinde çok fazla tatlı şeyler yapılmazdı. Çikolata ve şeker oldukça pahalı şeylerdi neticede.

Yatağına attı kendini ve raftaki kitaplardan birini eline aldı. Sayfaları yavaşça çevirmiş ve kitabı incelemişti ardından üstünkörü bir şekilde. Çok kalın olmadığından dolayı şimdi başlasa gece yarısına kadar bitirebileceğini düşündü ve ilk sayfayı açarak okumaya başladı.

İlerleyen dakikalarda kitabın konusunu kavramaya başlamıştı ve okumaya devam ettiği her saniye dış dünyadan biraz daha uzaklaşıyordu. Gözleri kelimelerden bir saniye olsun ayrılmazken zihni diğer her şeyi unutmuştu bile çoktan. Okumayı seviyordu. Okumayı seviyordu çünkü kimsenin değer biçmediği bu kağıt parçaları ona asla erişemeyeceği dünyaların kapılarını açıyordu sonuna dek. Yaşadığı bu acınası hayatı kısa bir süre dahi olsa tamamen unutturuyordu kitaplar ona.

Anne, okuduğu kitabın baş karakteriydi. Zengin ve soylu bir aileden geliyordu fakat kadınların değersiz varlıklar olarak görüldüğü bir toplumda yaşıyordu. 'Sen kadınsın, iş yapmayı öğren. Bir koca bul ve tüm hayatını çocuklarına bakarak geçir. Bundan sonra senin dünyan bu evden ibaret.'

Fakat Anne bunların çok dışındaydı. Yemek yapmayı sevmiyordu, tüm gününü temizlik yapıp çocuklarına bakarak sakin bir hayat geçirmek ona göre değildi çünkü ataerkil bir toplumda doğup büyümüş bu kadın her zaman gölgesinde kalmaya zorlandığı erkeklerle eşit olduğunu savunuyordu. Kendi hemcinsleri tarafından küçük görülmüş, insanlar tarafından ezilmişti fakat hiçbiri onu yıldırmaya yetmemişti. Özgür ruhlu bir kadın, bileklerine dolanmış bu zincirleri kırmak için öylesine büyük bir güç harcamıştı ki, nihayetinde bunun kendine nasıl zarar verdiğini göremeyecek kadar hırs bürümüştü benliğini.

Aşkını hiçe saydı. Ona değer veren insanlara sırtını döndü ve tek başına zirveyi görmeye çalıştı. Sonunda çıplak ayaklarına batan ve önemsemediği kıymıklar onu yürüyemez hale getirdi, bedenini sarmalamış sarmaşıklar onu en dibe çekti birden. Ve Anne delirdi. Belki de onların dediklerini yapmalıydım, dedi yeri geldiğinde. Evlensem ve birer çocuk doğursaydım her şey daha iyi olmaz mıydı? Fakat her seferinde bu düşüncesinden pişman oluyor, öyle bir hayat yaşamaktansa ölmeyi yeğlerim, diye söyleniyordu kendi kendine. En sonunda ise hayatını sürdürmeye çalıştığı köhne evinde ölüp gidiyordu.

Kitabı okumaya başladığı andan itibaren saatler geçmiş, en sonunda son sayfayı da okuyup bitirdiğinde kitabın kapağını kapatarak rafa geri koymuştu. Ayağa kalktı ve ahırın kapısına doğru ilerleyerek dışarı uzattı kafasını. Gece çökeli uzun zaman olmuştu havaya bakılırsa. Genç kız kitaba öylesine dalmıştı ki zamanın akıp gidişini bile fark etmemişti.

Gökyüzüne baktı ve düşündü bir an. Anne'yi kendine benzetmek istedi ama bunu yapamadı. Anne, hakkı olarak gördüğü özgürlüğü ve eşitliği elde etmek için her şeyini kaybetmeyi göze almış bir kadındı fakat genç kız, ona layık görülen bu ahırdan dışarıya adımını dahi atamayacağını öğrendiğinde karşı koymamış ve bu gerçeğe hızlıca uyum sağlamıştı. Senelerdir güneşi vücudunda hissetmemişti ya da kardeşleriyle bahçede koşuşup oyun oynamamıştı. Çocukluğu bu ahırda okuduğu kitaplarla geçmişti. Bu durum onu üzüyor muydu bilmiyordu ama dışarısına merak duyduğu bir gerçekti.

Etrafa güzelce bakındı ve kimse olmadığına emin olduğunda yavaşça dışarıya doğru adımladı. Ailesinin onu görmeyeceğini umarak çiftliğin ortasındaki büyük ağaca doğru ilerledi. Ateş böcekleri yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamıştı. Genç kız ağaca vardığında beyaz elbisesini düzeltti ve oturarak sırtını ağacın gövdesine yasladı. Sonra da gözlerini kapadı. Hafifçe esen sıcak rüzgar arada tenine çarpıyor ve huylanmasına neden oluyordu. Bu birkaç dakika böyle devam etti, ta ki ağacın dalları kırılana ve dev bir şey aşağı düşene kadar.

Korkuyla ayağa fırladı ve gözlerini kapayarak kolunu gözlerine siper etti. Bu bir insandı. Kanlı canlı, ona yabancı bir insan; bir erkek çocuğu.

"Çok özür dilerim, burada izinsiz bulunmamalıydım. Hemen gideceğim." Naif bir sesti. Genç kızın, çocuğun sesindeki tedirginliği fark etmesi pekte uzun sürmedi. 

"Beni gördüğünü hiç kimseye söyleme, duydun mu!" Kaba çıkışı çocuğu tırstırmış olacak ki bir süre cevap alamadı. "Bana cevap ver." Karşı taraftan ise birkaç özür dileyen mırıltı geldi. 

"Evde babam ile tartıştık ve tartışma ilerledi. Ben de dışarı çıktım ama gece saatlerinde kasaba pek güvenli değil. Bu yüzden en yakın çiftliğe girdim. Ağacın altında oturuyordum ama sizin geldiğinizi görünce aceleyle ağaca tırmandım. Oturduğum dal sağlam değilmiş, dengemi koruyamayınca aşağı düştüm." Sonra derince nefes verdi genç. "Daha önce hiç tanışmamıştık. Ben Jeongguk."

Genç kız ise çocuğun bu cesur tavrına aldırmadı ve kolunu gözlerinin üzerinden çekmeden tekrar konuştu: "Beni gördüğünü kimseye söyleme ve hemen defol buradan." Çocuk ses çıkarmadı. Onun yerine duyulan tek şey ezilen çimlerin gittikçe azalan sesiydi.

.

.

۵________۵

.

.

Fille Du Diable | Rosé x JungkookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin