Beyaz Mendil

21 10 44
                                    

Yatakta sağa , sola doğru yuvarlanıp duruyordum. Eve geldiğimden beri uyuyamamıştım. Bu acıdan kaçmak için uyumam gerekiyordu fakat göz kapaklarım inatla inmiyordu ve aklıma Peter ile yaşadıklarımız geliyordu hatırlamaktan üzüntü duyduğum ânılar bile..
&&&
-"Ellen lütfen ağlama artık."
-"Tutamıyorum kendimi özür dilerim."
-"Uçağım on dakikaya kalkıyor gitsem iyi olacak."
-"Tamam."
Birbirimize sarıldık.
-"Ailemle konuşayım en kısa zamanda geri döneceğim. Evin anahtarı sen de var zaten sıkıldığında git. Benden almak istediğin romanların hepsini bıraktım okursun."
-"Tamam."
Uzaklaşınca birbirimize el salladık.
-"Bana hediye getir gelirken." Diye bağırmıştım.
Beş ay sonra gelecekti. Bu beş ay içinde ne yapacağımı bilmiyordum. Hiç onsuz kalmamıştım. Aslında en büyük hatam da burada başlıyor. İnsan kendiyle vakit geçirmediğinde başkasına muhtaç oluyor. Ve her hareketini başkasıyla yaptığında tek kaldığında ne yapılır bilmiyordu , bilmiyordum.
Okullarımız bittiği için kariyer hedeflerimizi çizmemiz gerekiyordu. O ailesi ile konuşup burada bir kariyer planladığını açıklayacak biraz yanlarında kalıp dönecekti. Ben ise hep buradaydım. Zaten istediğim şehirde. Adımın duyulması için bir kaç makale yazmaya odaklandım. Bu beş ay içinde en iyi makaleyi yazabilirim diye düşündüm. O geldiğinde belki de artık bir üniversitede eğitmen olurum diye umdum.
Haftada bir görüntülü konuşarak özlem gideriyorduk. Onun evine gidip makalemi orada yazdığımı , yazmayı beceremediğimde kitaplarını okuduğumu anlatıyordum. O da ailesiyle iyi vakit geçirdiğini söylüyordu. Bir zaman sonra konuşmamaya başlamıştı. Sadece beni dinliyordu. Sürekli ben konuşuyordum o asla konuşmuyordu. Kendinden bir yudum dahi bahsetmiyordu. Bu sessizliğin iyi olmadığını beş ayın sonunda eve gelen mektupla anlamıştım. Mektubu daha açmadan gözyaşlarım zarfı ıslatmaya yetmişti. Evin merdivenlerine oturmuş , kazağımla gözyaşlarımı silerken babamla göz göze geldiğim an çok utanmıştım. Neyse ki salona gidip beni yalnız bıraktı.
"Ellen bunu söylemek inan benim içinde çok zor fakat bilmen gerekiyor. Babam İngiltere'de bir kariyer planı yapacağıma inanmıyor. Burada Kanada'da kalıp işlerinin başında durmamı istedi. Bir kaç aydır beni sürekli işe götürdü. Kabul etmemek için çok dirensem de yaşım ne olursa olsun bana asla güvenmeyen bir babam var. Arada annemin kalıp üzülmesine de dayanamadım. O yüzden biz üzülelim diye de düşünmedim sakın bunu aklından geçirme. Sana her ay kartpostal atacağım. Yeni yıl Arife'sinde de yanında olacağım söz veriyorum. Seni çok seviyorum Ellen. Bundan başka bir şey düşünmeni istemiyorum. Söz veriyorum bizi hiç bir olası durumun ayırmasına izin vermeyeceğim.
Sevgiler Peter "
&&&
Yatakta dönmekten çok sıkılmıştım. Komidinin üstündeki çalar saate baktığımda saatin sabah beş olduğunu gördüm. Güneş'in doğmasına daha iki saat vardı. Etraf karanlıktı. Odamdan çıkıp salona indiğimde babamın televizyon izlediğini gördüm. Yanındaki tekli koltuğa oturdum.
-"Günaydın kızım."
-"Günaydın baba."
Babam asla dört saatten fazla uyumazdı. Hiç bir zaman beş dakika dahi geç uyandığını görmemiştim. Annem öldüğünden beri böyleydi yani o öyle söylemişti. Yokluğundan dolayı uyumanın bile keyifsiz olduğunu söylerdi ben dokuz yaşındayken. Annem ben iki yaşındayken trafik kazasında ölmüş. Ben pek hatırlamıyorum ama babamın bir gün bile unutmadığından eminim.
-"Annem öldüğünde ne hissettin?"
Televizyonun sesini biraz kıstı.Üzgün ve mahçup bir surat ifadesiyle bana baktı.
-"Anlatamayacağım bir his bu."
-"Sorun şu ki baba ben bir şey hissetmiyorum. Gözümden yaş geliyor ama kalbim durmuş gibi."
-"Kolunda saat var ama pili yok gibi değil mi?"
-"Evet. Bu yaşamamak baba. Ben nasıl alışacağım."
-"İnan bilmiyorum kızım. İnsan alışıyor derler doğru alışıyoruz ama o eksikliğin verdiği his geçmiyor hiç bir zaman. Bu hissi de ancak yaşayan bilir."
-"Baba, ben bilmiyorum ama tek başına ne yapılır. Her şeyimi onunla yaptım. Aldığım nefes bile onunlaydı. Onsuz ben bir hiçim."
-"Kızım saçlamama lütfen."
-"Saçmalamıyorum baba. Benim onu geri getirmem lazım."
-"Ellen iyi değilsin gel hastaneye gidelim istersen."
-"Hayır baba ben iyiyim. Ben alışmak zorunda değilim sen veya bir başkası gibi. Benim elimde koskaca bir evren var."
-"Anlamıyorum seni Ellen."
Koşa koşa merdivenlerden terastaki odaya çıktım. Okuldan kalan defterlerimi , notlarımı , kitaplarımı koliye doldurdum Alabileceğim her şeyi aldım. Odama getirdim. Yatağımın altında duran tahtayı çıkarıp eski yerine astım. Kalemlerimi hazırladım. Zihnimi topladım ve odamın kapısını kilitledim.
&&&
Noel Arifesine Üç Gün Kala
Peter'ın geleceğinden emindim. Bu yüzden ona güzel bir kaç gün geçirtmek için plan yapmıştım. İlk önce evini gidip temizledim. Aldığım yeni yıl süsleri ile her yeri rengarenk bir cümbüşe çevirdim. En sevdiği şarabı da alıp şöminenin önüne bıraktım. Her zaman ki gibi
yine gittiğimiz kafe- barda oturacaktık. Sabaha karşı eve gelip biraz daha şarap içecektik. Tabi yol kenarından aldığımız damla çikolatalı kurabiyeler ile.
Buzdolabına dört günlük yemek yapıp bırakmıştım. Dört gün kalacaktı sonuçta ve asla evden çıkmayacak. Bu hasret dışarda giderilmezdi dimi ama..
Çarşamba günü uçağı saat on civarı inecekti. Karşılamak içim havalimanı gitmeye karar vermiştim. Evden çıkarken babama bir kaç güm gelmeyeceğimi isterse yan komşunuzu davet edebileceğini söylemiştim.
-"Bence güzel bir fikir baba. Sonuçta kadın da tek başına."
-"Bakarım."
-"Baba çağır işte."
-"Tamam tamam. Peter'a selamlarımı ilet."
-"Öptümm."
Kapıyı açar açmaz karşımda Peter duruyordu. Donup kalmıştım. Bana sımsıkı sarıldı.
-"Ben geliyordum ben ... ya sen."
-"Süpriz yapmak istedim Ellen."
Birbirimize biraz daha sarıldık. Babam da Peter'ı görünce kapıya gelmişti.
-"Hoşgeldin evlat."
-"Merhaba."
El tokalaştılar. Sohbet etmeye başlayacaklarını sezip onu hemen oradan götürdüm. Kusura bakma baba ama dört günümüz var. Başka bir zamanda konuşursunuz.
-"Kafeye gidelim istersen?"
-"Tabi ki de her zaman ki gibi ama seni çok özledim. Önce bir eve mi uğrasak."
-"Hmm.. Aslında bakarsan hiç fena olmaz."
&&&
Dört gündür odamdan çıkmamıştım. Su ve yemek dahi geçmedi boğazımdan. Önümde tonlarca duran sayfaların arasında kaybolmuş onu geri getirmek için evrenin bir açığını arıyordum. Babam telaşlandığı için ablamı çağırmış. O da eşini kaybettiği için benim hâlimden anlar diye düşünmüş olsa gerek.
Babam aşağıda ablam merdivenlerde bağırarak konuşuyorlardı. Benim duymam için yapılmış bir ironiydi sanırım. Ablam en sonunda ben hallederim deyip kapıma vurmaya başladı.
-"Abla git , açmayacağım." Desem de inatla vurmaya devam etti. O vurdukça kafamdaki tüm formüller gidiyormuş gibi hissettim. Mecburen ona kapıyı açmak zorunda kaldım. İçeri girdiğinde gözlerine inanamadı. Duvarım formül kağıtlarıyla kaplıydı. Masamda ağırlığımca açılmış kitaplar , altları çizleri defterler , kalem çöpleri , çöp kovası ağzına kadar kağt dolu ve etrafa taşmış.
-"Sen bu çöplükte mi yaşıyorsun dört gündür?"
-"Abla!"
-"Ellen yeter artık çık dışarı babamı da korkutmuşsun."
-"Hayır. Ben odaklandım buna çözeceğim."
-"Ellen beni dinle."
-"Hayır abla. Gider misin işim var."
-"Ellen yeter artık sadece senin sevdiğin biri ölmedi orda. Böyle davranmayı kes. Herkes birilerini kaybediyor. Çocuk musun ya sen kaybolan oyuncağını geri getirmeye çalışıyorsun."
-"Dışarı çık."
Haklı mıydı? Evet. Ama ben o ân o farkındalığı yaşayacak bir durumda değildim. Uzun bir sürede hatta başıma dert açana kadar görmedim. Gerçi açtığımda burada değildim. Başka yerde yargılanıyordum. Onun olmadığı bir evrende.
-"Ne olurdu sanki mezarına gidip ağlasan? Herkes senin gibi kaybettiği kişiyi geri getirmeye çalışsaydı ölümün bir anlamı olmazdı ."
-"Benim elimde koskaca bir evren var abla. Ben siz değilim. Oturup ağlayamam."
Ablam sinirle odadan çıktı. Ben de duş alıp tekrar emniyete gitmek istedim. Belki bu sefer kimin yaptığını bulmuşlardır. Hızlıca duş alıp evden çıktım.
Emniyete vardığımda giriş kapısında kendi resmimi gördüm. İçeri alınmamam konusunda kesin bir karar verilmişti. Sanırsınız Beyaz Saray'a viking kılığında ben girdim. Hayır girsem daha çok sevilirdim buna eminim.
Kapıdaki memurlar beni içeri almamak için dirense de zorla kendimi içeri attım. İlk gördüğüm kişi o benimle muhattap olmayı bilmeyen müdürdü.
-"Ne işiniz var sizin burada." Ellerini havaya kaldıra kaldıra söylemişti. Ben ne yaptım ki bu kadar...
-"Yardıma ihtiyacınız var mı diye geldim malum kişiyi bulamadınız da!"
-"Siz benimle böyle konuşamazsınız hanımefendi. Atın bunu dışarıya!!"
Zorla kollarımdan tutularak dışarıya atıldım. O sinirli yüz ifademle kaldırımda dururken yanıma yine o gün tanıştığım adam gelmişti. Hani bana bisküvi ikram eden ve elime beyaz mendili sıkıştıran. Onlar aynı kişiydi sahi ben size söylemeyi unuttum. O bir kişi ile daha aynı ama onu daha sonra anladım. Yanında olduğum gün.
Kulağıma fısıldadı.
-"Sevgilini geri getirmemi ister misin?"
-"Ne demek bu?"
-"Duyduğun neyse o."
Cebinden beyaz bir mendil çıkarıp elime bıraktı ve uzaklaştı. Şaşkınlıkla kalakaldım. Onun peşinden gitmeyi de akıl edebildim. Sokağın solundan diğer yola saptım. Durmadan koşmaya devam etsem de onu bulamadım. Nefessiz kalana kadar koştum. Belki bir kaç cadde koştum kim bilir. Nereye gittiğine dair fikrim olmamasına karşın bir de elime verdiği şu aptal mendilin ne anlama geldiğini anlayamadım. Bu ikinciydi. Yine Beyaz. Bayrak temsili mi bu acaba ... Barış mı istiyor... İyi de benimle neden barış istesin ki. Ben bir hiçim.

DÖNGÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin