Bir elindeki fotoğrafa baktı, bir yerde kanlar içinde yatan adama. Yuvarlak gözlüklü çocuk gülümsüyor muydu, yoksa ona mı öyle geliyordu? Ona öyle geliyor olmalıydı. O masum bir çocuktu. Suçsuz, günahsız, melek gibi bir çocuktu. Kan kaybeden bir adamın kaderine gülmezdi o. Acı çekmenin ne demek olduğunu biliyorken, acı çeken birine gülmezdi. Hoş, yerde yatan adam hala aci çekiyor muydu, kimse bilmiyordu. Belki de çoktan ölmüştü. En azından inlemeyi kesmişti.
Elindeki fotoğrafı cüzdanına koydu. O güzel gözler bu sahneye daha fazla şahit olmamalıydı.
Hareketsiz adamın nabzını kontrol etmeli miydi? Cinayete kalkışmadan önce araştırsaydı keşke biraz, bedende parmak izi kalır mıydı? Düşündü. Cevabı bulamadı. Dünya tarihinin görmüş olduğu en aptal katil olabilirdi. Sahi, o şimdi bir katil olmuştu. Tuhaf bir histi tanrıcılık oynamak. Biraz pişmanlık duymuyor değildi. Geri dönüşü olmayan kararlar almaktan hep korkmuştur. Fakat rahatladığı da bir gerçekti. O ölmeyi çoktan haketmişti. Küçücük çocuğa yaptıklarının hesabını ödüyordu. Öyle değil mi? Tam olarak ne yaptığını bilmiyor olabilirdi ama bir şeyler olmuştu işte. Bunu bilmesi yeterdi.• • •
Havalar ısınmaya başlamıştı. Güneşin kendini göstermesi Cihangir için her daim acı olmuştur. Kış ayları yaklaştığında, havalar erken kararıp, soğuk ellerini ve dudaklarını kuruttuğunda hissettiği ruhsal rahatsızlık için bir bahane bulmakta zorlanmıyordu. İçinde bulunduğu karmaşık ruh halini, bıkkın tavırlarını kasvetli havalara yoruyordu. Kış depresyonu denen şeye bağlıyordu her şeyi. Yağmurlar penceresini döverken çıkan sesti onu uykusuz bırakan, ya da gecenin karanlığını bir saniyeliğine aydınlatan şimşek.
Ama yaz ayları yaklaştığında, güneş onu terlettiğinde tüm bunların yalan olduğuyla yüzleşmek zorunda kalıyordu. Hayır, yine uyumamıştı çünkü kendisiyle kavga halindeydi. Yağan yağmurun ve fırtınaların bununla bir ilgisi yoktu. Bıkkındı, canı sıkkındı ve hayattan zevk alamıyor hatta bir anlam bile göremiyordu ve bu mevsimsel değildi. Hava erken karardığı için böyle hissetmiyordu. Ne zaman günler uzasa, penceresine yağmur damlaları değil, güneş ışınları vursa, bu gerçekle baş başa kalırdı. Pek çirkin bir gerçekti. Kış değil seni üzen, hayat.
Hayatı boyunca çok rekabetçi ama asla rekabet etmeyen biri olmuştu. Kaybetme korkusunu doruklarda yaşadığı için, kaybetme ihtimali olan hiçbir rekabete atılmazdı. Kendini daima başkalarıyla kıyaslar, onlardan daha iyi olmak için uğraşır fakat bunu açık bir yarışma haline getirmezdi. Küçükken arkadaşlarıyla otobüse doğru yürürken bile koşmazdı. Arkadaşları koşar, otobüsün boş kalan bir avuç koltuğuna otururdu. Cihangir ise, koşup boş koltuk kapamama ihtimali yüzünden koşmazdı ve otobüs yolculuğunu ayakta tamamlardı. Mağlubiyetleri her daim baştan kabullenirdi. İlişkilerinde de böyle değil miydi? Sevişmekten daha fazlasını yapmak istediği erkeklere bunu ne kadar belli edebilmişti? Genellikle etmezdi, çünkü reddedilmek de bir mağlubiyetti. Kaybetmeyi baştan kabullenmiş bir adamdı o. Onun için kazanmak sadece hoş bir tesadüf, beklenmeyen bir lütufdu.
Bugün, on yıla önce hayal ettiğinden çok farklı bir yerdeydi. Ve on yıl sonra bugünden çok farklı bir yerde olacaktı. Tahminleri silikti. İmanını kaybetmiş, saçları dökülmüş, yıkık dökük bir evde gerçekleri unutmak için sarhoş olmaya çalışırken buluyordu kendini hayallerinde.
Zaman acımasızca akıyordu. Yaşlanıyor olmanın, biriktirdiği anıların geçmişte kalmasının verdiği hüznü ve kederi yaşıyordu. Durdurmak isterdi elinden gelse. İlk beyaz saçını koparıp atmak isterdi.Ağlıyordu. Ağlamaktan başka ne gelirdi ki elden. Mutlu olamamıştı ve mutlu olma olasılığı her geçen gün azalıyordu. Zaman aleyhine işliyordu.
Hayatı ıskalamıştı. Sanki tüm o güzel yıllar öylece akıp gitmiş, o ise izlemekle yetinmişti. Koca bir boşluk hakimdi geçmişine. Ne bir dost edinebilmiş, ne gerçek sevgiyi tadabilmişti. Hep yalnızlığıyla, yalnız kalabilmesiyle övünen adam, yalnızlığın ne kadar acı olduğunu yeni yeni kavrıyordu. İnsanlar yalnızlıktan hoşlanan varlıklar değildi. Yıllarca kendini kandırdığını farkediyordu Cihangir. Fakat asıl sorun bugüne kadar hissettiği yalnızlık değil, gelecekte yüzleşeceği yalnızlık olacaktı. Yaşlanmaktan, elden ayaktan düşmekten korkuyordu. Yalnızlıktan korkuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bunu sana kim yaptı
Romansakendi cinselliğini çözememiş, takıntılı bir erkeğin yolculuğu.