still with you
'saklamaya değer.'
Penceremin kenarından hastanenin girişini izliyor, odama gelen berbat ötesi öğle yemeğimi yiyordum. Sedyeyle taşınan hastalar, banklardaki hasta yakınları ve birbirleri ile konuşan güvenlikler. Her şey dışardan bakınca ne kadar da normal gözüküyor değil mi?Önümdeki tabağa bir kere daha baktığımda daha fazla yiyemeyeceğimi düşündüm ve masama ittim. Her geçen gün daha fazla nefret ediyordum bu odadan; yattığım yataktan, günün 3 saati koluma bağlanan serumlardan ve bu duvardaki hafif yamuk küçük televizyondan. Sabah uyandığımda penceremden gördüğüm her günki aynı görüntüden. Bıktım.
Hayat bana hala güzel şeyleri sunduğunda 1 yıl öncesiydi. Annem ve babamı trafik kazasında kaybetmeden önce... Hayatım tam anlamıyla her kızın hayal ettiği gibi tıpkı bir peri masalı gibiydi. Babam, ünlü iş adamı Bay Park Hyun-suk, annem ünlü oyuncu Eunji.
Kocaman bir evimiz vardı. İnanılmaz ve mükemmel bir aileye sahiptim, annem ve babam, onlar çok özel insanlardı. Okulda da yakın arkadaşlarım vardı ama pek sosyal olduğum söylenemezdi. Küçüklüğümden beri sosyalleşme de pek iyi değildim bu yüzden de sadece gerçekten yakın olduklarım ile çok iyi anlaşırdım. Bu yüzden de annem ve babama çok düşkündüm zaten.Şimdi ise soğuk ve bomboş bir hastane odasında bir başımayım... Yalnızım, çok yalnızım... Onları çok özlüyorum, her geçen gün burada olmaktan daha çok nefret ediyorum.
Anne, baba hasta kızınızı cennetinizden izlerken lütfen endişelenmeyin, çünkü yakın bir zamanda kavuşacağız...
Hemşire kapımı tıklattığında gir diye seslendim.
"Bayan Roseanne, öğle arasına girildi. Doktorumuz Bayan Josy bahçeye çıkmanızı söyledi. Temiz havanın ciğerlerinize iyi geleceğini söyledi."Hemşireye baktım, dudaklarımı birbirine baktırdım. "Peki, inerim birazdan."
Ciğerlerim... Burada olmamın tek sebebi ve her geçen gün daha bana ihanet eden, ciğerlerim...
Hemşire odadan çıktığında ben de odamın tuvalet kısmına girdim. Lavaboda musluğun soğuk tarafını çevirdim ve soğuk suyu yüzüme çarptım. Aynadan solan gözaltlarımı ve sağlıksız görünen cildimi gördüğümde, bunun ben olduğumu düşünmek istemedim... Saçlarımı yukarıdan topladım. Her geçen gün daha da kötü görünüyordum...Daha sonra yüzümü kuruladım ve odamdan çıkmak için ilerledim. Önce katımdaki merdivenlerden indim, ta ki zemin kata ininceye kadar. Sonrada hastanenin arka bahçesine hastalara özel kapıdan çıktım.
Sıra sıra olan küçük çam ağaçlarının ortalarındaki banklara göz gezdirdim, çoğu doluydu tek tük boş bank vardı. Ben de o boş banklardan birini gözüme kestirdim. Bu bank diğer banklara nazaran biraz uzaktaydı ve küçük çamlıkların aksine büyük bir çınar ağacının gölgesindeydi. Oraya oturdum...
İnsalara bakıyordum çoğu bir işle meşguldü. Çoğu birbirleriyle iletişimdeydiler. Belki de burada olmak, burada tedavi almak, onlar için zor geçmiyordu benim aksime.
Oturduğum banktan ayaklarımı sıkıntıdan sallarken ve düşüncelerimde boğulurken yanımdaki çınar ağacından düşen yaprakla dikkatimi yaprağa verdim. Uzanıp onu yerden aldım. Büyük ve kalın bir yapraktı. Biraz yeşil gibiydi ama kahve tonları da hakimdi. Dalına artık tutunamamış olacaktı ki önüme düşmüştü.
"Güzel bir yaprakmış."
Yanımdan gelen sesle irkildim ve o tarafa döndüm. Bir müddet sadece ona baktım, yani tanımadığım için. Yanımdaki adam veya genç mi demeliyim, sırtında gitarı vardı, önüne hafif düşen saçları ve kulağında gümüş küpeleri dikkatimi çekmişti.
"Efendim?"
Gülümsedi, sırtındaki gitarı ağırlık yapmış olacaktı ki gitarını yere bıraktı.
"Çok mu dalgınsın?-
Elimdeki yaprağı aldı. Şaşkınlıkla ona bakıyordum, o konuşmaya devam etti. "Bu yapraktan bahsediyordum, güzelmiş. Saklamaya değer.""Neden saklamaya değer ki? Sıradan bir yaprak."
Ardından gözlerini yapraktan bana çevirdi.
"Sıradan bir yaprak olması güzel olduğunu değiştirmiyor."
Her ne kadar söylediklerini anlamsız bulsam da uzatmadım ve anladığımı ifade ederek başımı salladım.
"Neden burada bir başına oturuyorsun?"
"Efendim?"
Garipçe suratıma baktı,
"Sana sorduğum her soruyu bana ikiletecek misin, diyorum ki neden burada bir başına oturuyorsun?"Gözlerimi devirdim, karşımdaki insanlara baktım.
"Çünkü arkadaşım yok burada, ayrıca ben böyle mutluyum."
"O zaman, arkadaş olmamız için güzel zaman değil mi?"
Söyledikleriyle kafamı ona çevirdim, şaşırmıştım. Daha yeni tanıdığım, yani tam olarak öyle de denemez çünkü daha adını bile bilmiyorum ve o onunla arkadaş olmamı mı istiyor?
"Seni tanımıyorum."
Söylediğimi takmayarak siyah kot pantolonunun cebinden iki adet kesme şeker çıkardı. Birini bana uzattı.
"Bu şeker ile arkadaşlığımız başlamış bulunmaktadır." Gülümseyerek göz kırpmıştı. Tanrım bulunduğum hastanenin normal hastane olduğunu bilmesem, deli hastanesinde olduğumu zannedecektim. Çünkü bu çocukta bu garipliği seziyordum.
Elimi tutmuş ve şekeri avuçlarıma bırakmıştı.
"Görüşürüz arkadaşım..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
i just wanna be the one, rosékook
Fanfictionhayatındaki kötü değişikliklerden sonra psikolojik sorunlar yaşayan rosé, ölmeyi her şeyden çok isterken karşısına onu bu isteğinden vazgeçtirecek biri çıkmıştı. angst