forever rain
'yeni insanlar.'
Yatağımdan dışarıda yağan yağmuru seyrediyordum. Hafifçe yağıyordu bugün, sadece çiseliyordu. Her an durabilirmiş gibi. Hava, tamamen kapalı değil, güneşliydi. Kendimi ilkbahar ayında hissediyordum, böyle olunca.İki gün önce yağan yağmurdan sonra, artık yağmurlardan da nefret eder olmuştum. Sanırım artık hiçbir şeyden de keyif alamıyordum.
Sabah ilaçlarımı içmiştim, kahvaltımı yapmıştım, eksik tek bir şey vardı. O da Bayan Jossy'in benim için ikazlarıydı. Tanrım, hastaneden gittiği ne kadar belli oluyordu.
O her ne kadar uyarmasa da bu sefer kendi içimden gelerek dışarı çıkmak istedim, ciğerlerim için temiz hava almak zorundaydım değil mi(!)Oturduğum yataktan kalktım ve üstümdeki eşofmanlarımı değiştirmek istemedim, at kuyruğu olan saçlarımı da açtım ve birkaç hareketle düzelttim.
Odamın kapısına vardığımda kapının kulpundan tutup çektim ama karşımda beyaz önlüklü uzunca bir adam görmeyi hiç beklememiştim.
Görkemliydi... Heybetliydi..."Ups." dedim anlık bir refleksle.
Sanırım yeni doktorum, bu adamdı.
Kahverengi saçları yana ayrılmış, elleri önlüğün cebinde, sevecen gözlerle bana bakıyordu."Roseanne Park, sen misin?"
Söylediği şeye gülümsedim.
"Evet, benim yoksa siz de Bay Kim Namjoon musunuz?"
O da benim gibi gülümsemişti.
"Evet ben senin yeni doktorunum, Roseanne. Böyle tanışmayı hiç tahmin etmiştim." demişti gülerek. Hâla kapının ağzında dikiliyorduk.
Ben de onun bu sözlerine güldüm.
"E, bahçeye hava almaya mı çıkıyordun? Bayan Jossy özellikle odamdaki dolabın kapağına bunun hakkında postit yapıştırmış." dediğinde gülümsedim. Tekrardan Bayan Jossy'nin ne kadar tatlı bir kadın olduğunu düşündüm.
"Evet, ben de tam onu yapacaktım."
"O halde, ben de seninle gelebilir miyim? Hem yeni hastanemi de gezmiş olurum değil mi?" Gülümseyerek söylediği bu cazip teklif karşısında cevabım tabi ki evet olurdu.
"Tabi ki gelebilirsiniz."
Gülümseyip kapının önünden çekildiğinde odamın çaprazındaki hastane sandalyelerinde oturan Jungkook'u görmeyi beklemiyordum. Onun burada ne işi vardı? Göz göze gelmiştik, yüzünde garip bir ifade vardı. Yanımda duran ve az önce tanıştığım yeni doktoruma çevirmişti bakışlarını. Ona neden öyle bakıyordu? Az sonra dövecek gibi bakması hiç normal değildi. Aptal bakışlarını umursamadım ve onu görmezden geldim ya da görmezden gelmeyi denedim diyelim. Jungkook'un göz altları çok mor gözüküyordu, uyumamış mıydı yoksa?
"Ee, Roseanne nereden gideceğiz?"
Bay Kim'in sözleriyle başımı ona çevirdim. Koridorun sağ tarafını ellerimle gösterdim.
"Buradan Bay Kim."
Adımlarımızı o tarafa çevirdiğimizde merdivene doğru ilerledik.
Merdivenlerden indiğimizde aramızdaki tuhaf sessizlik onun canını sıkmış olmalı ki ilk o konuşmaya çalışmıştı."Verem tedavinin bitmesine kaç ay kaldı, Rosanne?"
"İki buçuk ay kaldı."
"Az kalmış ama az kaldı diye hiçbir ilaçlarını boşlama olur mu? Hem, tedavin bitince ne yapacaksın? Yani iş anlamında."
Sorduğu soruya nasıl yanıt verecektim? Mesela, bu hastaneden gittiğimde o eve nasıl girecektim? Bunları hiç düşünemiyordum. Onlar hayatımdan çekip gittiğinde o ev ile aramda bütün bağlar kopmuştu.
Evdeki tüm her şeyi kırmıştım, her şeyi yakıp yıkmıştım. Oraya dönemezdim... Aksi halde dönersem her köşe başında annemle ve babamla olan anılarıma rast gelirdim.
Onlarına hayaline kapılıp giderdim. Hayır, yapamazdım."Fazla mı özel bir soru sordum?"
Bay Kim'in sesiyle dalıp gittiğim yerden çıkmıştım. Onun sorusuna da bir şeyler uydurmak için ağzımı araladım.
"Yok, hayır. Özel bir soru değil sadece düşünüyordum. Sanırım kilisede çello öğretmenliği yaparım."
Şaşırmış bir tepki vermişti.
"Çello çalabiliyorsun yani? Vay canına."
"Çello, gitar ve aynı zamanda biraz da piyano çalabiliyorum."
Bahçenin kapısından bahçeye girdiğimizde, hafif yağmurun geçtiği toprak kokusu geldi burnuma. Çok güzel kokuyordu.
"Baya yetenekliymişsin Rosanne."
Gülümsedim, ardından bahçenin yan tarafındaki kafetaryayı gösterdim.
"Bay Kim, şurası da hastanenin hastalara özel kafetaryası."
"Girelim mi, sıcak bir kahve içelim."
"Peki." dedim adımlarımızı o tarafa çevirdiğimizde.
Bahçenin etrafına göz gezdirdim. Kocaman çınar ağacının yaprakları çoktan sararmaya başlamıştı. Yerdeki yapraklar, çoktan kışın geldiğinin habercisiydi.
Başımı arkadaki ağaçlara çevirdim, onlar da tıpkı diğer ağaç arkadaşları gibi yapraklarını dökmüştü. Gözlerim arkadaki ağaçlardan, arkadaki birine kaydı.Kapişonunu çekmiş, elleri deri ceketinin ceplerinde olan ona. Jungkook'a. Bizi mi takip ediyor diye düşünürken kafetaryanın kapısına çoktan gelmiş bulunmuştuk. Kafetaryaya girip ortalarda bir masaya geçtik. Bay Kim ikimiz için de iki sıcak kahve söylediğinde kafetaryanın kapısı tekrar aralandı ve O, Jungkook'tu. Bizi takip ediyordu, buna emindim.
Ama onu görmemezlikten geldim çünkü benin duygularımla oynayan birine en fazla bunu yapabilirdim. Sıcak kahvemi yudumladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
i just wanna be the one, rosékook
Hayran Kurguhayatındaki kötü değişikliklerden sonra psikolojik sorunlar yaşayan rosé, ölmeyi her şeyden çok isterken karşısına onu bu isteğinden vazgeçtirecek biri çıkmıştı. angst