umutsuzluk ışığı

269 27 19
                                    

Hozier - Cherry Wine

"Buraya nasıl girdin sen?"

Soğuk hava kaybolmuştu.  Onun geldiğini bilircesine küçük kasabamız güneşten saçılan ışıklarla tamamen aydınlığa kavuşmuş, yağmurun ıslatmış olduğu yollar ayna gibi parıldamaya başlamıştı. Odamdaki kalorifer çok geçmeden etrafı ısıtmış, o da üzerindeki hırkayı çıkarma ihtiyacı hissetmişti. Sandalyemde asılı duran hırkadan gözlerimi ayırmamaya çalışıyor, fakat asla başarılı olamıyordum. Gözlerim sürekli pencerenin tam önünde durmuş etrafı seyretmekte olan Timmy'ye kayıyordu. Timmy... Ona böyle seslenmeyi özlemiştim.

Arkası dönüktü. Ellerini cebine attı ve küçük bir gülümsemeyle bana döndü. "Arka kapıyı senin için açık bıraktıklarını duydum."

Dudaklarım hafifçe aralandı. Greg olabileceğini düşündüm, fakat tüm gün benim yanımdaydı ve böyle bir şey yapacak olsa kesinlikle haberim olurdu. Kaşlarımı çattım. "Ella," dedim.

Kıkırdadı. "Sır tutmakta iyi olmadığını söylemiştin; haklıymışsın."

Şaşkınlığımı bir kenara bıraktım ve uzun zamandır yapmakta zorlandığım bir şeye teşebbüs ettim: güldüm. Karşılıklı güldüğümüz sırada gözlerinin yüzümden boynumun altına doğru kaydığını fark eder etmez, bakışlarımı küçük bir kumaşın kapatmakta zorlandığı göğüslerime çevirdim. Lanetler savurarak dolabıma koştum ve içinden rastgele bir tişört alıp üzerime geçirdim. Ona bakmamaya çalışarak tekrar oturduğum yere döndüm.

Bana şefkatli gözlerle bakarken dudaklarındaki gülümseme giderek genişledi. Onun aksine, benim yüzüm ise giderek daha da soldu ve yanaklarım ben daha başımı öteki tarafa çeviremeden bir domatesi andırırcasına kıpkırmızı oldu. "Benden utanıyor musun?" diye sordu, sesinde hiç beklemediğim bir ton ile.

Şaşkınlığımı gizlememe fırsat kalmadan hızla ona döndüm ve saniyeler önceki mutlu yüz ifadesinin yerini kırılmış bir manzaraya bıraktığını gördüm. "B-biraz," diye konuşmaya çalıştım, fakat bu kadar ani bir ruh hali değişimiyle karşılaşmak beni afallatmıştı. "Neden buna bu kadar takıldın?"

Oturmakta olduğum yatağıma yaklaştı ve tek dizini yatağa koyup diğer ayağıyla yerden destek alarak bana doğru uzandı. Kıvırcık saçlarından gelen yoğun papatya kokusunu alabiliyordum ve bu bile onu ne kadar özlemiş olduğumu bana hatırlatmak için yeterli olmuş gibi görünüyordu. Tek eliyle yanağıma uzanırken, baş parmağı çenemi okşarken, gözleri gözlerime kenetlendiğinde harlanmış bir ateş gibi parıldarken ve kesik nefeslerimiz havada birbirine karışırken... Her şey bana yalnızca onu ne kadar fazla özlemiş olduğumu anımsatıyordu - o an orada değil, o andan önceki her yerdeydim; o mutsuz, tek başına kalmış acınası kızdım. Sanki hepsi bir rüyaydı ve ben o rüyayı henüz o an hatırlayabilmiştim.

"Seni bırakıp gittim," dedi, katlanması zor gerçeği yüzüme bir tokat gibi çarparcasına. Yutkundu ve bunu yüzündeki küçük tüylerin kıpırtısı takip etti. "Fakat, sen buna rağmen beni itmiyorsun. Bana gösterebildiğin tek tepki, benden çekinmek. Sanki hayatına kısa süreliğine girmiş, sonra aniden yok olmuş, şimdi ise geri dönmüş bir yabancıymışım gibi."

"Öylesin."

"Değilim." Kaşları hiddetle çatıldı ve elini çenemden çekti. Yatağımın üzerinde duran dizini kendine çekip iki ayağı ile yere bastı ve dizleri üzerine çöküp ellerini çarşafımın üzerinde birleştirdi. Alnını çaresizlik içinde ellerine dayadı ve, "Ben o kadar masum değilim," dedi. Sesi titriyor, vücudu patlamak üzere olan bir volkanı andırıyordu. Her an lavlar üzerine saçılacak, ve zarar gören tek kişi o olacakmış gibi hissediyordum. "Ben seni üzülmeye mahkum ettim ve yeryüzünde var olabilecek en güzel duygulara sahipken bunların hepsini bir an içine hapsettim." Kesik bir nefes aldı ve gözleri yumulmuş bir şekilde başını kaldırdı. "Ben acımasız bir adamım, Vienna, ve benden utanmamalı, çekinmemeli; benden nefret etmelisin."

after midnight // ChalametHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin