kaybetme korkusu

429 41 14
                                    

Keira Knightley - A Step You Can't Take Back

Sırt çantamın saplarını sıkıca tutarak yürürken, Tim'in dibinden ayrılmadan yürümeye özen gösteriyordum. Hoş, tüm o geniş ve hızlı adımlarına bakacak olursak, bunu yapmak epey zordu.

"Sadece birazcık," diye seslendim, nefes nefese kalmış halde. "Daha yavaş yürüyemez misin? Diğer yolcular gelmeye başlamadı bile!"

Timothée birden olduğu yerde durdu ve dönüp ona yetişmeye çalışan bana baktı. Bunu yaparken yüzünde şaşkın bir gülümseme oluşmuş, güneş gözlükleri hafifçe burnunun ucuna doğru kaymıştı. "Sen gerçekten normal uçağa bineceğimizi sanıyorsun, değil mi?"

Aramızda birkaç adımlık mesafe bırakacak şekilde durdum ve gözlerimi kocaman açtım. Şaka yaptığını söyleyip gülmeye başlamasını bekledim, ama bunu hiç yapmadı. "Aman Tanrı'm!" diye çığlık attım birden. "Bana bunu yapmıyor olduğunu söyle."

Ellerimi buna inanmak istemiyorcasına yüzüme örttüğüm sırada kıkırdamaya başladı. "Teknik olarak, benim değil. Şirkete ait."

Başımı iki yana salladım ve ellerimi belime koydum. "Olmaz," dedim ciddi bir tavırla. "Ben özel uçağa falan binmiyorum. Sırf bu yüzden küresel ısınmayı yüzde kaç artırdığını biliyor musun? Bilmek istemezsin!"

Timothée elindeki küçük valizin sapını bıraktı ve, "Hadi ama!" dedi. "Bana Fransa'ya gitmek istediğini daha dün söyledin. Hiç yer kalmamış ki! Neredeyse noel geldi, herkes evine dönüyor."

Beni ikna etmek üzere yanıma gelmeye başladığını fark eder etmez arkama döndüm. Sırt çantamın saplarını sıkıca tuttum ve hızla yürümeye başladım. "Hayır," dedim. "Ben gelmiyorum. Lütfen ısrar etme. Aktarmalı bir uçuş illaki bulu- "

Birden bire ayaklarımın yerden kesildiğini fark ettim. Küçük bir çığlık istemsizce dudaklarımı terk etti ve az sonra Timothée'nin ellerinin bacaklarımda ve sırtımda gezindiklerini hissettim. "İndir beni!" dedim öfkeyle göğsüne vururken. "Balinaları öldürmene katkıda bulunmayacağım!"

Timothée kendi kendine güldü ve bana cevap verme zahmetine bile girmeden uçağa doğru ilerledi. Ona çevreye ne tür bir zarar vereceği konusunda bin türlü şey söylüyordum, ama onun tek yaptığı söylediğim her şeye tebessüm edip uçağın yolunu tutuyor olmaktı.

"Normal bir uçakla gitmek bile kanıma dokunuyor benim," dedim son bir çaba sarf ederek. "Sen de gelmiş burda özel uçakla gideceğiz diyorsun. Vicdanım el vermiyor, anlasana!"

Sonunda uçağa girdiğimizde, karşılaşacağım manzaranın bu olacağını tahmin ettiğimi söyleyemezdim. Ellerimle omuzlarına vurmayı kesmiş olduğumdan olsa gerek, beni yavaşça yere indirdi ve sakin olduğumdan emin olmak adına, "İyisin, değil mi?" diye sordu.

Biraz öfke biraz da şaşkınlıkla uçağı incelemeye başladım. Daha önce özel uçağa hiç binmemiştim. Babamın menajeri imza günlerinde herhangi bir yere giderken ona hep uçak bileti alırdı. Annem ise özel olmasa bile uçağa binmememiz için her türlü mümkün yola başvururdu. Çoğu zaman deniz yolunu tercih ederdik. Zorunda kalmadıkça hiçbirimiz annemle bu konu hakkında tartışmaya girmek istemezdik.

"Güzelmiş," dedim, saçlarımı sırtıma doğru savurup ona dönerken. "Güzel ve lüzumsuz."

Timothée kıkırdadı ve hosteslerden birini valizlerimizi dışardan almaları için görevlendirdikten sonra, "Otursana," dedi. Ona kuşkuyla bakmamdan korkmuş olacak ki, "İstersen oturmayabilirsin tabii," diye ekleme ihtiyacı hissetti.

Ona gülmemek için dudağımı dişledim ve gözlerimi devirip birbirleriyle karşı karşıya olan çift koltuklardan birine oturdum. Sırt çantamı çıkarıp, yere koymadan önce içinden ince hırkamı çıkarıp giydim.

after midnight // ChalametHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin