Kalemin kırıldığı an Part1

117 8 3
                                    

Çatallaşan sesini güçlü tutmaya çalışsa da sesi güçsüz ve cılız çıkıyordu.Savaşmadan pes etmiş gibi çelimsiz ve güçsüz bir hali vardı.Alnına dökülen ne fazla koyu nede sarıya yakın denecek kadar açık renk olan kestane rengi saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı.Son umudu buydu sanki , içindeki umut ışığı sönmüş yerini zifiri karanlığa ve karanlığın içinde saklanan gölgelere bırakmıştı.Belkide numaraydı tüm bu yaptıkları , şımarık , zengin ve nazlı kızlardan da olabilirdi. Doktor ona sakin olmasını söyledi... Hastahanenin loş ışığı altında neredeyse çevredeki tek renk olan -beyaz haricinde- kızın yeşil gözleri öfkeyle parıldadı.Gözlerinde yeşilin ve mavinin her tonu farklı bir ahenkle dans ediyordu.Alayla , samimi olmayan ve bir o kadar da insanı deli konumuna sokacak bir şekilde suratını kaplayan dudaklarını genişçe yaydı.Hayır sırıtmıyordu , gülmüyordu da , bu tehditkar ama sessiz, ağzı kapalıyken attığı bir kahkaha gibiydi.Sesindeki en iğneleyici ve bir insanı delirtebileceği ses tonunu bulmak için fazla uğraşmamıştı. Kuruyan dudaklarını araladı ve ''Eğer bana babamın oda numarasını söylemezsen, aynı cümleyi tekrar etmen gerekecek (!) .'' diye dile getirdiği tehdit cümlesini önünde duran doktorun suratına tükürürcesine söyledi.Cümlenin içindeki tehdidi kavrayan doktorun '' 1765 nolu oda '' demesiyle kızın yerinden fırlaması bir oldu.Neden korkuyordu ki ? Başkalarını bu denli korkutmayı becerebilen biri neden korksunduki ?Bu da herkesin bir kusuru olduğu sözünün kanıtıydı işte.Korku...Bir insanın bunu hissetmesinden doğal ne olabilirdi ki ? Aslında korku bir kusur değil bir nimetti. Korkan insan sevebilirdi ancak. Korkan insan gerçekleri görürdü. Korkusuzlar aptal olurdu. Gereksiz cesaretlilik sergiler, kendilerini boş yere ortaya atarlardı. Ancak bu kıza korkunun güzel olduğunu söyleyemezdiniz. Çünkü o korkusuz aptallardandı ve kendini sürekli tehlikeye atardı... Her zamanki ani hareketleriyle asansöre ilerledi,asansör 54 kat üstündeydi ve o asansörün gelmesi için düğmeye kıracak gibi basıyordu.Biraz önceki sakin halinden ufak kırıntılar bile kalmamıştı yüzünde.Belliki yerine göre davranıyordu. Ahh, hayır. O yerine göre davranmazdı ki! Korkmazdı o. Onun kanında sadece cesaret ve öfke vardı. Gene mavi ve yeşil renginin her tonunun dans ettiği gözlerine hakim olan öfke , vücudunu esir almıştı . Asansör geldiğinde tıka basa dolu olmasına rağmen zorla içeri girdi. İçeridekiler ona garip garip bakarken 55. katın düğmesine bastı,asansörün kapısının kapanmasıyla ayağıyla yerde ritim tutmaya başladı. Sabırsız biriydi belki ama gereksiz sabırsızlıktı onunki.Dengesizdi ama zaten hiç normal davranmamıştı ki. Aşırı asabi biriydi ve sinirini herşeyden çıkarabilirdi. Soğuyan değilde, sürekli lav saçan volkanlardan olurdu her zaman...

Asansörün durmasıyla kendini dışarı attı.''1761...1764...1765 İŞTE !!''. Odanın kapısını açıp içeri girdiğinde , babasının uyuduğunu gördü . Çalışmaktan harap olmuştu adamcağız...Oysaki zenginlerdi , ama o şirketin başında durmak istiyordu hala.Kabullenemiyordu... YAŞLANDIĞINI... Acı gerçekler insanın yüzüne fırtınalı havadaki bir denizin dalgaları gibi ardı ardına vurabiliyordu bazen.Önce boğulma tehlikesi geçirsen de yüzme bilirsen kurtuluyordun.Peki hayatın ardı ardına suratımıza vurduğu dalgalar...Onlardan nasıl kurtulacaktık.Zaten herkesin merak ettiği de buydu ;

KURTULMAK...

Yatağının yanındaki sandalyeye oturup yorgun ve bir o kadarda çelimsiz görünen babasının elini tuttu.İki eliyle onun elini tutarken eline düşen gözyaşıyla ağladığını anladı ve kendini odadan dışarı attı. Üzülmezdi o.Babasının bu haline dayanamazdı da. Çünkü babasını çok severdi ve babasını bu hale kendisinin getirdiğini düşünüyordu.Anılarının bir anda aklına hücum etmesiyle sersemledi.

- Baba ben ne zaman senin bu koooooooccaman şirketinin patronu olucam ? Hı ,hı ne zaman ?

+ Büyüyüp kocaman bir genç kız olduğunda.Sen büyüyene kadar da şirketi ben yöneteceğim,kabül mü?

-Söz ver ?

+Ne için ?

-Ben büyüyene kadar patron olacağına.

+Söz. Söz. Bir daha söz.Sen büyüyene kadar şirketin patronu hep ben olacağım.

-Seni seviyorum baba!

+Ben de seni kızım.

Dengesini kaybetti bir an , hızla hastahanenin bekleme sandalyelerinden birine oturdu.Telefonu çıkartıp ''anneciğim '' yazan tuşu bir süre okşadıktan sonra titreyen elleriyle arama tuşuna bastı. 5. çalışta açan annesinin titreyen sesi ile gözyaşlarının tekrar gözlerine hücum etmesini normal buluyordu artık. Ağlamazdı o. Ama annesine de dayanamıyordu ki! Babasının geçirdiği ilk kalp krizi bir ay önceydi , doktor bir daha olursa ... ''Ölür!'' demişti. İnanmıyordu ki doktara. Para kazanmak için yapıyordu kesin. Yoksa babası neden ölsün? Çok sağlıklı o.

Kendini toparlayıp annesine babasının iyi olduğunu , hiçbir sıkıntısı olmadığını söylemişti. Yalan mı ? Evet...Son 2 aydır o kadar çok yalan söylüyordu ki .Artık alışkanlık olmuştu. Telefonu kapatıp odaya geri girdi.Babası hala derin bir uykudaydı , koluna bağlı serum ve ilaçlar kızın kalbini parçalayacak derecede canını acıtıyordu. Benim yüzümden hepsi...BENİM. Diyordu sürekli kendine.O babamı gözetlemeliyim diye düşünürken bedeni beynine zıt olarak uykusu olduğunu söylüyordu.

Uykusu dayanamayacağı şekilde göz kapaklarını zorladığında ayağa kalkıp 2'li asker yeşili koltuğa kıvrıldı. Bedeni koltuğun yumuşak minderinde uykuya daldığında biraz da olsa rahatlamıştı...

Uyandığında gözlerinin bir süre yüzüne gelen ışığa alışmasını bekledi. Pencereden sızan ışık yüzünden gözleri buğulanmıştı.Ayağa kalkıp yürümeye çalışırken bir anda yere kapaklandı.Küçükken sadece babası saçlarını okşadığında hissettiği o sıcaklığı hissetmişti. Ama bu sefer kırmızı okşuyordu başını. Kan rengi...

PİNOKYO 1 (Hayal Et)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin