Seven gitmez derlerdi, şimdi görürüm sevenin nasıl da gittiğini.
Ayın 17'sinden bir gün önce.
Bekliyordum. Yarım saat demişti fakat neredeyse bir saat olmak üzereydi ve benim onun geleceğine olan inancım yavaş yavaş sönüyordu.
Son birkaç aydır aramıza giren mesafe dallanıp budaklanmış, karşı karşıya olsak dahi ayrılığın sivri dikenleri aramıza girip bizi birbirimize kavuşturmamaya yemin etmişti sanki. Günler geçiyor, saatler akıyordu fakat hiçbir zaman diliminde Taehyung yoktu. Her şey benim için anlamını yitirmeye başlamışken sanrılarıma tutunup zihnimde ikimize dair yeni anılar oluşturuyor ve kendimi ayakta tutuyordum.
Bu delilikten başka bir şey değildi.
Gereksiz bahaneler ve babasına olan korkusu gün geçtikçe gözlerine ağır bir duygu yükü olarak oturmaya başladığında onu Daegu'dan gitmeye davet etmiştim. Seul'de benim üzerime olan iki katlı şirin bir ev vardı. Orada yaşayabileceğimizi, babamdan kalan mirasın biz iş bulamasak bile bizi idare edeceğini ona defalarca söylememe rağmen bu fikrime yanaşmamıştı. Fakat hiçbir zaman kesin bir dille hayır da dememişti.
Beni sevdiğini gösterip söylememesi gibi.
Belirsizlikler bizim katilimizdi. Elleri arasında can veriyorduk ama hiç kan çıkmıyordu. Derin bir nefes aldım. Göz altlarımda belirginleşmiş mor halkalar uyumadığımın en belirgin göstergesiydi. Normalde de dağınık saçlarım son üç haftadır ilgi görmedikleri için daha çok dağınık bir görüntü oluşturmuştu. Gücüm yoktu; ayakta durmaktan vazgeçmiş ve bağdaş kurarak çınar ağacının dibine oturmuştum. Güneş batmak üzereydi ama Taehyung hâlâ yok.
Bay Kim'in biricik oğlu. Korkak oğlu. Kanı deli akan ama yine de korkak olan oğlu.
Aklıma ayakta olduğum geceler geldikçe çıldırıyor, bunu bize neden yaptın diye haykırmak istiyordum yüzüne. Ama ona olan sevgim bunu saygısızlık sayarak beni susturuyordu. Ben sadece mesajlaşırken bu kadar açık oluyordum. Yüzyüze iken, gözlerim gözlerine değiyorken sevmediğim kadar uslu birine dönüşüyor ve onun ince parmakları altında kıvranıyordum.
Aşk, hiç bu kadar yürek sızlatmamıştı. Hissetmekten nefret eder hâle gelmiştim. Onun benden vazgeçmediğini bilmeme rağmen vazgeçmiş rolünü bu kadar iyi oynayarak gözüme sokması kendimi ahmak gibi hissetmeme neden oluyordu. Üzerine oturduğum çimenleri bir bir koparıp kenara atarken dudaklarımı kemiriyor ve sık nefesler alıyordum.
Az sonra arkamdan bana doğru yaklaşan adım seslerini işittiğimde duraksadım. Gelmişti. Göğüs kafesimde canlanan kelebeklerin kanat çırpış sesleriyle dolan zihnimin tek odağı Taehyung'tu. Omzumun üzerinden ona baktığımda çoktan yanıma gelmiş ve tam karşıma, bağdaş kurarak oturmuştu. Kiraz renginde ki dudakları, büyük ihtimalle üşüttüğünden dolayı al al olmuş yanakları ve görüşünü kapatan uslanmaz dağınık saçlarıyla tam karşımdaydı. Benim gibi dizleri yırtık bir kot pantolon giymişken üzerinde fermuarı kapalı siyah bir ceket vardı. Benim üzerimde ise uçlarını kotun içine verdiğim beyaz bir tişört.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
invisible things ❝taekook❞
FanfictionBir gün olsun bana beni sevdiğini söylemedin. başlangıç, 4 Şubat bitiş, 17 Nisan ; angst // texting + düzyazı ©2021 | nobbliiswed