Jacob'ın gitmesine çok az kaldı. Austin de artık bunu kabullendi, sadece o değil herkes kabullendi, sadece onun kabullenmesi biraz uzun sürdü. Jacob'la geçireceğimiz günler sayılı olduğu için en iyi şekilde geçirmeye çalışıyoruz. Henüz Hamiltonlarla tanışamadık hatta çok garip bir şekilde ilk geldikleri gün dışında Bay Hamilton' ı görmemiştim ayrıca Jacob Hamiltonların iki çocuğu olduğunu söylemişti ama onları ilk geldikleri gün bile görmemiştim onun dışında Bayan Hamiltonu çok sık olmamakla beraber yine de görüyordum, bahçede kahvesini içerken ve ya çamaşırları sererken. Ama yine de onu çok iyi tanımıyorduk, annem sanırım ara sıra onunla konuşuyordu ama çok samimi bir ilişkileri olduğunu sanmıyorum. Her neyse bu sabah Lenna Florence'in yanına kütüphaneye uğradım, oradan yeni bir kitap ödünç aldım, Bayan Florence Amsterdam Üniversitesinde okuduğu beş kitapın kopyasını Amsterdamdaki bir arkadaşından rica etmiş ve o da getirmiş! Bayan Florence hepsinin çok güzel kitaplar olduğunu söyledi, hemen hepsini okumak için sabırsızlanıyorum.
Kitapları hemen kolumun altına sıkıştırıp dışarıya çıktım. Çok güzel bir gündü, güzel günlerde kasabada yürümeye bayılırım ve bugün tam da bunu yaptım. Gece yağmur yağmıştı, yollar hala ıslaktı, küçük gölcüklere bastıkça kaldırımlara birikmiş sular çoraplarımı ıslatıyordu, ben de siyah rugan babetlerimle onların üzerlerine sıçrayarak yürüdüm, Butiklerin içlerine girmeden vitrinlerinden elbiselere baktım, çok güzel renk renk elbiseler vardı hatta bazılarının kabarık etekleri bile vardı ama onlar normal günlerde normal insanlar tarafından giyilmez, sadece zengin ve seçkin kişiler tarafından giyilir . Eminim Jacob Utrecht'e gidince bu elbiseleri giyen bir sürü kişi görür, keşke ben de giyebilseydim, çok isterdim ama ne olursa olsun annem böyle elbiseleri en az on altı yaşıma kadar giyemeyeceğimi söylüyor ama Langstonların kızı Marie Rose benden küçük olmasına rağmen giyiyor.
Tam bunları düşünürken Amelia Lanston'un arkamdan geçtiğini fark ettim. Amelia, Lanstonların en büyük kızıydı, Kelly ile yaşıtlardı ama Amelia daha büyük görünüyordu. Benden sadece bir yaş büyük olduğunu bilmesem aramızda en az beş yaş olduğuna bahse girebilirdim. Çok güzel beyaz bir elbise giyiyordu ama bu kez dikkatimi elbisesinden çok şapkası çekti, siyah ince ve parlak bir kumaştan yapılmıştı ve üzerinde yine aynı kumaşın morundan yapılmış kocaman bir çiçek vardı ve inci kolyesiyle o kadar güzel duruyordu ki sevgili söğüt ağacı ... Eminim ben taksam ucube gibi görünürdüm, çünkü benim dantelli beyaz bir elbisem ve güneş vurdukça parıldayan inci bir kolyem yok . Sakın beni yanlış anlama halimden şikayet etmiyorum sadece öyle bir şapkam olsa bile onu kullanamayacağımı bilmek beni biraz üzüyor. Sonra Amelia Langston gözden kayboldu ve ben de yoluma devam ettim. Eve dönebilirdim aslında ama evde yapacak hiçbir şey yoktu, ben de senin yanına gelmeye karar verdim. Bay Owen Acton'ın kahvesine varınca sağa döndüm ve nar ağaçlarının olduğu boş arsaya çıktım, Langstonların evi hemen solumdaydı, beni farketmesinler diye koşarak yoluma devam ettim. Yani Langstonları seviyorum onlar çok iyi insanlar ama onlarla konuşmaya çekiniyorum. Tam bunu atlattık derken Eastonların evi, Bensonların evi ve Breedenlarin evi... Bu ailelerin hepsinin durumları iyiydi, zaten göl kenarında oturan tüm ailelerin durumu iyiydi çünkü göl kenarındaki evler ve arsalar çok pahalı, gerçi Bayan Rachel o kadar paraya değmez diyor ama bence sırf o manzara için bile değer. Gerçi bir manzaraya bedavaya da bakabilirsin, mesela her gün senin yanına gelebilirim oradaki manzara daha güzel orada da göl var ayrıca diğer ağaçlar ve sen varsın, bunun için para ödememe gerek yok en fazla biraz yorulurum. Her neyse göl kenarındaki evleri geçince atların yük taşıdığı yoldan geçtim artık seni görebiliyorum aramızda sadece göl var gölün etrafından dolanabilirdim ama bu hem çok uzun sürerdi hem de çok yorulmuştum ben de Jacob'ın teknesine bindim, annem bana yalnız binmememi söylüyor ama Jacob her seferinde izin veriyor, ayrıca zaten yeterince büyüğüm ama annem sanki on altı yaşına girince her şey birden değişecekmiş gibi davranıyor. Sonuç olarak tekneye bindim ve yanına geldim, aldığım kitabı okumaya başladım.
Hava kararmaya başlamıştı fakat ben sanki yeni gelmişim gibi hissediyordum ve aldığım kitabın da neredeyse yarısını bitirmiştim sanırım, ilk başta kendimle gurur duydum sonra da bu kadar hızlı okuduğum için kendime kızdım, bu kadar hızlı bitirmek istemiyordum. Sonra ayağa kalktım ve sana baktım, gün batarken ne kadar güzel görünüyorsun...
Eve vardığımda hava çoktan kararmıştı, eğer geldiğim yoldan dönseydim babam eve benden önce varabilirdi ama ben atların yolundan gittiğim için eve ondan önce vardım, sofra çoktan hazırdı bu kadar geciktiğim için azar yedim ama birkaç dakika sonra babam geldiği için bu çok uzun sürmedi. Yemekte herkes çok sessizdi, rahatsız edici bir şekilde sessiz. Sonra herkes odalarına çekildi...
***
Yatağımın üzerine bağdaş kurmuş Kelly ile konuşuyorduk, Taylor da kendine küçük gelmeye başlayan elbiselerini Clara'ya denemesi için veriyordu ki birden aşağıdan bir ses geldi, kafamı sesin geldiği yöne çevirdim sonra önüme geri döndüm ama sesler devam etmeye başladı Kelly'ye döndüm;
-Aşağıda ne oluyor?
-Boşver, büyük ihtimalle annem Austin'e kızıyordur.
-Emin misin?
O sırada babamın sesi de geldi, herkes birbirine bakmaya başladı ve ben yatağımdan inip parmak uçlarıma basarak kapının önüne gittim ve gıcırdatmamaya çalışarak kapıyı açtım, Austin de çıkmış, merdivenin dibinde sessizce annemle babamın kavgasını dinliyordu, beni görünce işaret parmağını dudaklarına götürerek sessiz olmam gerektiğini işaret etti. Parmak uçlarıma basarak onun yanına oturup onları dinlemeye başladım.
Sesleri net değildi o yüzden çok anlayamadım ama çok fena bağırıyorlardı, Austinle birbirimize baktık, daha önce hiç böyle kavga ettiklerini duymamıştık. Ve ayak sesleri... İrkildik bizi görmeleri zordu hem yukarısı loştu hem de bizi görmeleri için özellikle bakmaları gereken bir yerden izliyorduk ama biz ne yaptığımızı bilince onlar da fark edecek gibi hissettik sanırım, ikimiz de sessizce duvara doğru kaydık ve dinlemeye devam ettik, babam konuşuyordu "Hayallerinden vazgeçmişmiş, okusa sanki bilim adamı olacak! Evlenmek yerine gitseydin ne olacaktı? Beş parasız kalacaktın, O yaştan sonra evlenecek adam da bulamazdın, ancak Rachel'ınki gibi bir pastane açar beş kuruş parayla hayatını sürdürürdün."
İkimiz de şok olmuştuk, Austin ağzı açık bir şekilde bana bakıyordu, ben de ona. Annem bir süre sessiz kaldı sonra kapıyı göstererek "Çık!" diye bağırdı. Babam kapıyı çarpıp çıktı, biz annemi görebilmek için bu sefer de merdivene doğru yavaşça kaydık. Annem koltuğa oturmuş elleriyle yüzünü kapamıştı. Austin eliyle gelmemi işaret etti, yavaşça ayağa kalktık ve odalarımıza girdik. Odaya girince tabiki herkes meraktan çatlamıştı, fısıldayarak onlara anlattım ve sonra herkes yatağına girdi fakat hiçbirimizin uzun bir süre uyuyabildiğini sanmıyorum.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
SÖĞÜDÜN SAÇLARI
Teen FictionHiçbir şey yapmazsak burada nasıl yaşayabiliriz, Austin hayallere ne oldu? Gelecekten beklentin bu mu gerçekten, hayatının sonuna kadar burada kalmak mı? Yapabileceğine dair inancını ne zaman yitirdin?