26

247 39 46
                                    





Günümüz...


Bu gece ester döktüğüm kötü romantizmi, kendi doğurduğum hüznümün içinde suya bulayacağım. Hissediyorum. Ben, bana düpedüz yalan söylüyorum. Başka bir dünyada, yeniden dirilmek istiyorum. Şayet bir yazar olsaydım böyle başlardım ilk kitabıma. Kitabın edebi nitelikli olup olmaması pek derdim olmazdı. Sonuçta orası benim zihnimdi. Benim çığlıklarımın gölgesiydi.

Simgeler, gölgelerdi.

Şayet bir yazar olsaydım, öyle ince eler ince dokurdum ki kelimeleri, gerekirse geceleri uykusuz kalır, aklımı kaybederdim ama yine de o son noktayı koyduğumda mürekkebim bitmezdi.

Bir ay önce doktora gittiğimde, daha ilk seansımda doktor çıkmama beş dakika kala demişti ki, sen yaklaşık on yıldır depresyondasın. 10 yıl. Yirmi dört yılımın on yılını, bir kafeste geçirdiğimi öğrendiğimde o klinikteydim. Doktorun odası tuhaf bir atmosfere sahipti. Daha ilk karşısındaki koltuğa oturduğumda ağlamak istemiştim ama tutmuştum kendimi.

Öfkelisin. Herkese. Her şeye. Ama en çok da kendine, demişti. Öfkelenmekte haklısın desem nasıl hissedersin?

Omzumu silkmiştim. Yaklaşık iki aydır öfkeden başka bir şey hissetmiyordum belki de. Çıkıp da ona olan kızgınlığımı anlatsam birine, bir daha hiç gelmese, üzülürdüm.

Doktor demişti ki, yalnız kalma korkun var senin. Öyle değildi. Oldum olası yalnız olmayı sevmiştim. Evde ses olmamasından hoşlanıyordum. Ona da anlatmıştım ama o bundan bahsetmediğini belirtmişti. Görünmez olmaktan korkuyorsun, demişti. Düşünsene, nefes alıyorsun ama mezara girdin sanıyorlar.

Spesifik bir olaydan kaynaklanan vakalarla karşılaşabiliyoruz, demişti. Seni şimdi zorlamıyorum. Bir kaç ay daha benimlesin gibi görünüyor. Bilinç altına söyle, ne yapsın ne etsin bulsun bana o anı. Seni neyin böyle yaptığını, tamam mı?

Çok kızgındım kendime. O gece düşünüp durdum. Ertesi gün de. O hafta hep düşündüm. Sonra unuttum. İşte şimdi buradaydım. Yeni apartman dairemdeki yatağımın içinde saat on bire gelirken uyanmıştım ve uyandığım gibi aklıma düşen belli belirsiz görüntülerle tavanı izliyordum.

İlk okuldaydım. Birinci sınıftım. O günün sabahında babam bırakmıştı okula. Cebime harçlığımı sıkıştırıp iyice tembihlemişti, okul çıkışı ben seni alacağım güzel bebeğim, demişti. Okul bahçesinde ona veda edip sınıfıma gitmiştim. O gün hızlı geçmişti. Hatta öyle hızlı geçmişti ki, çıkış zili çaldığında ben montumu giymiş ve çantamı takmış bir şekilde sıramda oturuyordum. Dakikalar geçti. Kimse gelmedi. Ama geleceğim demişti?

Ne salaksın, Jennie. Gelmediyse bas git. Kocaman kızsın.

Unutmuştu beni. Arkadaşımın ailesi beni sınıfta bir başıma görünce bırakmayı teklif etmişlerdi ama kabul etmemiştim. Direnmiştim. Beni zorla alıp arabalarına götürmüşlerdi. Babamı arayıp kulağıma telefonu dayamışlar ve ikna etmişlerdi. Defalarca özür dilemişti babam.

Her şey burada başlamıştı.

Yutkunarak gözlerimi kırpıştırdım. Etraftan çıt çıkmıyordu. Sırtımı doğrultarak yataktan kalktım ve ayaklarımı yere basarak hafifçe esnedim. Kenara bıraktığım bol oduncu gömleğimi alıp atletimin üstüne geçirdim ve odanın içindeki lavaboya girerek dişlerimi fırçalayıp yüzümü yıkadım.

where do bitches with blues go?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin