25

271 40 87
                                    




Günümüz...

Sen bazen yok olmak isteyerek girersin yatağına, bazen uyanmak istemeyerek. Bunun arasındaki ince fark; ölüm bedenen kaybolmak, uyku ruhunu yormak.

Kendinize ne zaman düşman kesilirseniz, kesilen tek şey sizin duygularınız olmazdı. Aynı anda hayatla aranızdaki o ince ipi de ikiye böldünüz. Birisi bir uca, diğeri öteki uca savrulurdu ve bağlasanız bile asla bir daha kusursuz olmazdı. Benim de zaten kusursuz da gözüm yoktu. Ellerim, kalkacak ve o düğümü atacak güçten yoksundu.

O lavabodan çıktıktan sonra kütüphaneye giderek ince, çerezlik bir kitap almıştım ve onu okurken saat akşam altı olmuştu. Jungkook ve Tae, okulu ekmişlerdi. Soya ve Namjoon'un bir kaç haftalığına Busan'a gittiklerini söylemişti Jimin. Rosie ise, bilmiyordum. Tek bildiğim şehirde olmadığıydı. Okulunu dondurmuştu. Sadece ben kalmıştım burada, herkes kaçıp gitmeyi becerebilmişti. Ama ben bir çukur bulursam, içine girmeden yoluma devam edemiyordum işte.

Kütüphaneden Jungkook'un beni almaya geleceğini söylediği mesajla çıkmıştım. Acıyan gözlerimi hafifçe ovuşturarak bugün bilmem kaçıncı kez esnedim merdivenlerden inerken. İkinci öğretim öğrencilerinin geldiği saatler olduğundan bina kalabalıktı. Çok sallanmadan kendimi dışarı attım.

Jungkook'un arabasını görmüştüm. Çok uzağa değil, hukuk binasının hemen önündeki açık otoparka çekmişti arabayı.

Ön koltuğa oturup kapıyı kapattığım zaman omzumdaki artık ağırlık yapmayan çanta direk ayak ucuma gitmişti. Burnumdan derin bir nefes bırakarak bir kaç saniyenin geçmesini bekledim. Sonunda dayanamayarak ona döndüm, "Sarılmak ister misin?" diye sordum. Direksiyondaki bakışları yavaşça yukarı tırmandı. Yutkunduğunu yüzündeki hareket eden kemiklerden anladım. Kafasını bana çevirerek belli belirsiz kafasını salladı. Uzanarak açtığım kollarımın arasına girdi ve kollarımı kaldırarak boynuna doladım. Dudaklarımın arasından kesik bir nefes çıktı. "Üzülme. Her şey düzelecek."

Ne kadar kocaman insanlar olsak da, bir ölüm bile zamanın senelerce geri akmasını sağlayabilirdi.

Bir gün vardık. Bir gün yoktuk. O olduğumuz günde zihnimiz hastaysa, neden dondurmuyorduk bedenlerimizi sonsuza kadar? Öyleyken de yaşamaya değiyor muydu bu hayat?

Öyle, acısı da kıymetli bu hayatın, ama bir bağımlı gibi kendini ona ittirmekte kitabın başındaki başlığa saygısızlık olurdu. Çünkü, herkesin bir hikayesi vardı.

Ayrılarak kafasını omzumdan çekmesini sağladım. "Duydun mu Jungkook? Sakın kendini hüzne boğma, sakın. Ben artık hüzünlerine teslim olmuş insanlar görmek istemiyorum."

"Sen çok güçlüsün."

"Bu güç değil ki..." diye mırıldandım hafifçe sırıtarak. Dudaklarım iki yana kıvrıldı yüzüne bakarken. "Bu hüzünü gömme şeklim, öyle derine gömerim ki onları, zamanla ben bile unuturum mezarlarının nerede olduklarını."

"Geri dönecek, değil mi?" diye sordu.

"Dönecek." diye mırıldandım. "Seni seviyor. Geri dönecektir. Kabuğuna çekilmesine izin vermelisin biraz, o böyle bir insan."

Elimi yanağına yaslayarak hafifçe yanağını sıktım. "Sarhoş değilim bu arada. O cümleleri evet ben kurdum."

Ağzından bir nefes çıktı ve ardından güldü. Öne doğru uzanıp anahtarı çevirirken arabada telefon ritminin yükselmesiyle ikimizinde bakışları ayrıldı. "Benim ki çalıyor." dedi elini cebine atıp telefonunu çıkarırken.

where do bitches with blues go?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin