06

411 49 130
                                    







Bir ay öncesi...





Elimi enseme atıp gözlerimi kapattım ve kafamı sürücü koltuğunun arkasına yaslayarak derin bir nefes aldım. Şu an bir trende olduğumu hayal etmeye çalıştım. Bir trendeyim, sıcak bir çayım var ve okuyacak bir kaç tane kitabım var. Eve dönüyorum.

Keşke Hogwartsa gitseydim.

Resmen rahat duramamıştım. Bugün çok dersim yoktu okulda, erken gidip erken dönmüştüm eve. Bugün herkesin dersleri çakıştığı için genelde okulda oturmayı paslardık. Eve gelip akşam yediye kadar uyumuştum. İyi bir uyku değildi. Başım ağrımıştı uyandığımda. Duş alıp yemek yemiştim. Sonra kendime bir film açmıştım.

Bir düşünceden kaçmak için kendimi oyalamaya çalışmıştım ama kaçamamıştım. Koltuğumda oturup hiçbir şey anlamadığım filmin televizyonumda akmasını izlerken telefonumu alıp Instagrama girmek gibi bir hata yapmıştım ve buradaydım işte. Giyinip süslenmiştim. Basit eylemlerdi benim için bunlar, zor olan yine zevklerimden birisine yenilecek olduğumdu.

Elimi ensemden çektim. Gözlerimi açarak karşımdaki büyük eve baktım, müstakil bir evdi. Çok büyük değildi ancak küçük de sayılmazdı. Etrafını uzun duvarlar çeviriyordu ve kocaman bir bahçesi vardı.

Kemerimi çözerek arabadan indim. İstersem gelirim demiştim. İstiyordum. Dünyadaki tüm kirli ışıklar üstüme çevrildi ve yolumu aydınlattı, ben de yürüdüm o yoldan.

Bahçe kapısından içeri girerek evin giriş kapısına yöneldim. Kapıda birisi kız, iki erkek olmak üzere üç kişi vardı ve sigara içiyorlardı.

"Jennie Kim, sahaları neden boş bırakıyorsunuz acaba?"

"Ufak bir işim vardı." diye cevapladım onları. Gülerek merhabalaştık ve yanlarından geçerek kapıyı çaldım. Bir kaç saniye geçmeden kim olduğunu bilmediğim birisi tarafından karşılandım ve kız yüzüme bile bakmadan birasını kafasına dikmeye devam etti. Açtığı kapıdan içeri girerek kapıyı kapattım. Geçen haftaki yüzler çok yoktu, yeni insanlar gelmişti ama yine de içerisi o kutlama partileri kadar kalabalık değildi. Güzel, ağır bir rap şarkısı çalıyordu içeride.

Uzun kabanımı çıkararak askılığa asarken bir yandan da içeriyi tarıyordum tanıdık birisini görmek için. Beyaz kazağım ve kot pantolonumla kaldığımda, koridordaki insanların arasından geçerek geniş salona ilerlemeye başladım.

Salona girdim. Kalabalıktı. Ama zihnim direk acı kokuyu duymuş gibi bakışlarımı ilk atışta bir yere tutturdu. L koltuğun başında oturuyordu, elinde bir bira şişesi vardı. Gülüyordu. İki yıldır tanıyordum onu. Gerçekten gülmek istemediği zaman gülmezdi, içinden gelirse yapardı bunu. Mesela bana hiç gülmemişti. Tae'ye çok gülerdi, Jungkook'a gülerdi.

Lisa'yı burada onun yanında oturmuş, içkisini içerken bulmayı beklemiyordum. Bu, karşımda genişçe gülerek bir şey anlatan kız dün kapımda salya sümük ağlayan kız mıydı?

Onlardan gözümü çekerek etrafı süzdüm, ama bu öylesine bir bakıştı. Salondan çıkarak koridora geri döndüm. Boynumu hafif sağa yatırarak kütürdettim ve kaşlarımı kaldırarak eski yüz ifademe geri döndüm.

Mutfağa girerek etrafa bakınmaya başladım. Işıklar kapalıydı çünkü dışarıya kurulan ışıklandırmaların aydınlığı yetiyordu. Tezgahtaki şişeleri incelerken, onlardan hiçbirini beğenmeyip buzdolabına ilerledim. Muhtemelen ev sahibinin dolabını yağmalıyordum ama bok gibi içkiler alması onun suçuydu, dolabın karıştıran bende değil.

Dolaptan birayı çıkararak çekmecelerden bir açacak bulduğum zaman, kapıdan birisi "Bitch, neden bana geldim demiyorsun?" diye seslendi. Kafamı hızla sesin sahibine çevirdim, elbette kim olduğunu biliyordum. Bu sesin evrimleşmesine şahit olmuştum.

where do bitches with blues go?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin