insan bazen çıkmaza girer, yada öyle olduğunu düşünüp bütün ümitlerini yok eder. Koskocaman bir karadeliğin ortasında kayboldu sanar, halbuki o karadelik düşünceleridir.
Düşünceler; düşüncelerimiz, bizi en çok yıpratan etkendir. Uzaklara daldığımız zaman ne düşündüğümüzü bilmeden sadece düşünürüz. Bir anda küçüklük anımız gelir aklımıza, hemen ardından bugün aldığımız kararın yarına neler doğuracağı... Fark etmesekte o karadeğili biz açıyoruz kendi isteğimizle içene girip, deliği kapatıyoruz.
Peki neden düşüncelerimizin büyük çoğunluğu kötü oluyordu?
Biz mi olumlu şeyler düşünemiyorduk, yoksa zihnimiz mi buna müsade etmiyordu?
Hareketli bir müzik dinlerken bile üzücü şeyler düşünebilir bir insan, peki hüsranlı sözler içeren bir müzik de hiç iyi şeyler düşünebildik mi? Doğruyu söylemek gerekirse ben yapamadım.
Aklımı esir almış düşüncelerden kurtulamıyordum. Çocukluğumdan şimdiki zamana kadar hatırladığım her şey beynimin içinde dört nala koşuyordu, teker teker varış çizgisine yaklaşıyorlardı. Çizgiden sırayla geçip hepsini hatırlamama yardım etmek adına sertçe varış çizgisine basıp öyle gidiyorlardı buda başımın şiddetle ağrımasına neden oluyordu.
Şakaklarıma dayadığım işaret ve orta parmağımı daire şeklinde hareket ettiriyordum. İki gün önce Poyraz'la yaşadığım olayı hala unutmuş değildim ne anlatmaya çalıştığını bir türlü anlamıyordum. Geçtiğimiz iki gün içerisinde Poyraz'ı görmüş olsamda hiçbir şey yaşanmamış gibi davranıyordum, belki de ben çok anlam katıyordum anlatmak istediği için anlatmışta olabilirdi. Gözlerimi sıkıca yumup açtım, hızlıca yataktan kalkıp banyoya ilerledim. Amcam çağırmıştı, kahvaltıya gidecektik. kahvaltı bahaneydi aslında plan kurmamız gerekiyordu ve benim düşüğündüğüm bir plan vardı. Ne kadar işe yarar bilmiyorum ama içimden bir his dene işe yaracak diyordu.
Banyoya girip üstümde ki pijamaları çıkarıp kirli sepete attım, hızlıca duşumu alıp çıktım. Bu sefer oyalanmamıştım hiç halim yoktu iki lokma yemek yeyip ilaç içmek istiyordum. Eminim ki babam çoktan hazırlanmış aşağıda beni bekliyordu. Üzerime siyah staples tulumumu altında siyah stiletto ayakkabılarımı giymiştim. Sol bileğime gümüş saatimi, sağ bileğime ise gümüş bilezik, Kulaklarıma da boncuk küpeler takmıştım. Boynumu boş bırakmıştım. Kızıl saçlarımı düzleştirip yanlardan iki tutam alıp arkadan birleştirmiştim, son olarak gümüş klasik bir çanta almıştım. Makyaj yapmak istemediğim için gloss ve rimel tek yapmıştım.
Aşağıya inip salona geçtim tam da tahmin ettiğim gibi siyah takım elbise içinde ki babam, koltukta oturmuş telefonla konuşuyordu. Kendimi duvara yaslayıp babamı izlemeye başladım. Açık olan omzum buz gibi duvarla temas edince ürpermiştim ama buna kısa sürede alışıp ellerimi göğüsümün altında birleştirmiş kafamıda duvara yaslamıştım.
Babam hala geldiğimi fark etmemişti, iki dakika sonra telefon konuşması bitince başını benim olduğum tarafa çevirmiş ve kocaman gülümsemişti.
"Günaydın kızım"
"Günaydın baba"
"Çıkalım artık amcan mızmızlanır birazdan. Biliyorsun aç olunca deliye dönüyor kahvaltı onun için en önemli öğün"
Ben buna ufak bir kahkaha atarak yanıt vermiştim. Arabaya binip hızlıca amcama gitmeye başlamıştık. Yaklaşık 15-20 dakika sonrasında araba amcamların bahçesinde durmuştu. Babamla beraber araçtan inip giriş kapısına gelmiştik daha biz kapıyı çalmadan açılan kapıdan yengem Nur çıkmıştı.
" hoşgeldiniz"
" hoşbulduk yenge, nasılsın? "
"İyiyim kızım sen nasılsın? "
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇİLE
FantasyBazen insan istemeye istemeye ölür. Bu ölüm, bedeninin cansız hâlde ruhu'nun ise özgürce gökyüzüne başka bir hayata başlaması için kanatlanıp uçmasıyla değildir. Bedeninin hâlâ bu fani insanlarla dolu, cani dünyada canını yakacak nefesler alıp,ruhu...