Masmavi bulutlar Mihri Vadisi'nin tepelerinin üstünde süzülüyordu. Henüz ilkbahar gelmemiş olmasına rağmen hava aydınlık, tepelerin dibindeki göl berraktı. Sabahın ilk saatleri olduğu halde birçok evin bacası tütüyordu. Kimi bahçede kazanlar kaynıyor, kimisinde masalar kuruluyordu. Vadide gün her zaman erken başlıyordu ve erken bitiyordu. En azından yetişkinler için hava kararınca son buluyordu. Herkes tarafından kabul görmüş bir düzen vardı ve kimse bu düzeni bozma gayretine erişmiyordu. Mutlu ve yerinde bir yaşam sürmek, olanla yetinmek hepsine yetiyordu. O sabah da diğerlerinden farksız başlamıştı. Kış, son demlerindeydi. Güneş yüzünü daha sık göstermeye, rüzgarlar vadiden uzaklaşmaya başlamıştı. Arkan ailesinin pencereleri açılmış, perdeleri evin annesi tarafından aralanmıştı. Evin kızı Asude, demlediği çayı kahvaltı ettikleri yer sofrasına taşıyordu. Hemen yan evde kahvaltı faslı çoktan bitmiş, temizlik işleri başlamıştı. Kirazlı ailesi için büyük bir gündü çünkü evin büyük kızı, babasının ilk göz ağrısı Feza nihayet sevdiği adamla nişanlanıyordu. İrfan'la...
İrfan, askerden yeni dönmüş tazecik bir delikanlıydı. Kuzeni Celil ise henüz askerde olduğu için onun heyecanına ortak olamıyordu fakat babasından haberi almıştı. O gün iki kuzen de uyuyamamıştı, biri sevdasına kavuştuğu, diğeri kavuşma ihtimalini gözlerinin önünden silemediği için.
Gün doğarken İrfan ilk olarak dayısının yanına uğradı. Mahir dayıyı evinin bahçesinde ayakkabılarını boyarken buldu. Yanına ilişip boş tabureye oturarak nişan için aldıklarını sıraladı ve bir eksik olup olmadığını teyit etti. Dayısı içten içe bir gün kendi oğlunun da ona bir gelin getireceğini ve oğlunun gözlerinde de İrfan'da gördüğü ışığı göreceğini düşünerek duygulandı.
Kirazlı ailesinin diğer iki kızı Nüha ve Şifa bir yandan Feza'nın tatlı gerginliğini dindirmeye çalışıyor bir yandan da temizliğe yardım ediyordu. Nüha en küçüklerinin eline bir temizlik bezi sıkıştırıp gümüşlüğü silmesini söylediğinde Şifa buna itiraz ederek soluğu annesinin yanında aldı. Evin babası yalnızca köşesine çekilmiş kızlarını izliyordu. Ona göre daha dün eşiyle birlikte Feza'yı bebek battaniyesinin içinde sallayarak uyutmaya çalışıyorlardı, ne zaman yuvadan uçacak kadar büyümüştü? Mustafa Kirazlı, kimseye belli etmeden buğulanan gözlerini elinin tersiyle sildi...
Evin annesi unuttuğu bir şey aklına yeni gelmiş gibi telaşla Şifa'ya baktı. Dün çarşıya indiklerinde almaları gereken her şeyi aldıklarını düşünmüş, evde kurukahve olduğu için de almaya gerek duymamıştı. Eve döndüklerinde ise şeytan dürtmüş gibi mutfağa girip kahve olup olmadığını kontrol etmişti. Kalmadığını görünce de sabah erkenden almayı aklının bir köşesine not etmişti. Fakat şimdi henüz erken bir saat olmasına rağmen kahve almak için çok geç kalmışlardı. Bu yüzden evin en küçük kızı şimdi bir koşu gidip almalıydı. Şifa dışarı çıkıp hava almanın temizliğe yardım etmekten daha iyi bir seçenek olduğu düşüncesiyle hemen hırkasını giydi ve merdivenleri ikişer üçer inerek vadideki tek kahvecinin yolunu tuttu. Bugün önceki günlerin aksine daha huzurlu uyanmıştı. Ablasının İrfan'a duyduğu sevginin büyüklüğünü biliyordu. Şifa daha çok küçükken bile, İrfan'ın yaz kış demeden her akşam Feza'yı bir dakika görebilmek için evlerinin önünden geçtiğini görür ve bu aşka imrenirdi. Büyürken ne annesinin dizinin dibinde oturarak izlediği romantik diziler ne de Nüha'dan ödünç alıp okuduğu kitaplardaki aşklar Feza ve İrfan'ın arasındaki şey kadar etkilemezdi onu. Ablası da İrfan hasta düştüğünde, geceler boyu uyuyamazdı ve sabah olduğunda ilk olarak İrfan'a çorba yapardı. Şifa buna defalarca şahit olmuştu. Bu yüzden birbirini böylesine seven iki insanın kavuşması onu mesut etmekle kalmayıp çok güzel bir filmin sonuna yaklaşmış gibi hissettiriyordu. Şifa derin bir nefes alarak ellerini hırkasının cebine soktu. Gözlerini yolun diğer tarafına çevirdiğinde oyun arkadaşı, yaşıtı ve sırdaşı Suzan'ı gördü. Ona el salladığında Suzan ona doğru koştu. Akşam ablası gibi gördüğü Feza'nın mutluluğuna ortak olamayacağını haber verdiğinde Şifa biraz üzülse de sorun olmadığını söyledi. Suzan yaşına rağmen olgun görünen, parlak kestane rengi upuzun saçları ve yeşil gözleri olan yanık tenli bir kızdı. Şifa arkadaşının güzelliği karşısında her seferinde şaşıp kalıyordu fakat onu asla kıskanmıyordu. Çünkü güzelliği yüzünden Suzan'ın kendinden yaşça büyük erkekler tarafından defalarca rahatsız edildiğini görmüştü ve bu onu korkutmuştu. Arkadaşını kıskanmıyor, yalnızca onun için endişeleniyordu. Mihri Vadisi şehir merkezine oldukça uzaktı ama şehirdeki ve ülkedeki her haberi hızla öğrenebiliyorlardı. Bu nedenle de güzelliğin ve daha önemlisi kadın olmanın zorluklarını, kadınların başına gelen üzücü olayları biliyordu. Yaşadığı yerde daha önce böyle bir şey yaşanmadığı için mutlu ve güvende hissediyordu. Arkadaşıyla kısaca sohbet ettikten sonra kahveciye doğru adımlarını hızlandırdı.
Güneş Mihri Vadisi'nin tepelerinden uzaklaşıp gözden kaybolduğunda İrfan ve ailesi, Kirazlılar'ın kapısını çaldı. Asude, Şifa ve Feza, kızlara ait küçük odada tatlı bir telaş içerisinde otururken Nüha babası ve annesinin ardında durmuş, babasının kapıyı açmasını bekliyordu. Ablası ve İrfan'ın kavuşması en çok onu mutlu ediyordu çünkü aşklarına şahit olduğu öyle çok an vardı ki, Nüha bunları anımsadıkça güzel bir aşk filmi izlemiş gibi hoş oluyordu. Mustafa Kirazlı nihayet kapıyı açtığında ilk olarak elindeki çiçekle yerinde duramayan ve mutluluğu gözlerinden okunan bir İrfan göründü. Bir yanında annesi, bir yanında babası duruyor, oğullarının gitgide artan heyecanına ortak oluyorlardı. Evin babası, kapıyı sonuna kadar aralayıp kenara çekildi ve beklenen misafirleri içeriye davet etti. Nüha hepsinin önüne annesinin böyle günler için sakladığı ev terliklerini koydu. İrfan Nüha'ya göz kırpıp sadece dudaklarını oynatarak "Feza'm nerede?" diye sordu ve terlikleri giyerek hiç yabancı olmadığı oturma odasına doğru ilerledi. Kirazlı ve Yurtsuz ailesi oturma odasında oturup birbirlerine hâl hatır sorarken Nüha da kızların olduğu odaya girdi. Feza mavi elbisesinin içinde, gergin bir şekilde elleriyle oynayarak oturuyordu. Asude ve Şifa hemen karşısında, Feza'ya bakarak gülüyordu. Nüha, o beklenen kavuşma vaktinin geldiğini duyurarak kızları diğerlerinin yanına çağırdı. Şifa ellerini mutlulukla çırparak "Alay edilecek bir sürü ana şahit olacağız. Ne mutlu bize." diyerek odadan çıktı ve peşinde Asude'yi de sürükledi. Feza ve Nüha odada yalnız kaldıklarında, Nüha mavi elbisesinin içinde kuğu gibi narin ve saf görünen ablasına duygu dolu gözlerle baktı. İki kardeş birbirlerini kucaklarken, küçük olan diğerine şans diledi.
Gökyüzünden bir parçayı bedeninde taşıyormuş gibi görünen genç kız aile fertlerinin ve sevdiği adamın olduğu odaya girdiğinde dizleri hala titriyordu. Kavuşmak vardı. Tüm bekleyişlerinin, uykusuzluklarının ve emeklerinin sonunda sevdasına, biriciğine kavuşmak ve ellerini sonsuza dek tutmak vardı. Bu düşünce günlerdir kalbine çökmüş gitmiyordu. İrfan'a kavuşuyordu; ilk ve tek aşkına...
İrfan, sevdiği kızı gördüğünde o küçük odanın soluk renkli duvarları bile maviydi artık. Ne annesinin omzundaki elini hissediyordu ne de diğerlerinin bakışlarını. Yalnızca Feza vardı. Feza ve göğüs kafesini delip ruhunu hançerleyen sevdası... Kulakları uğulduyor, ensesinden ince ince terler dökülüyordu. Bir insanı sevmenin ne olduğunu karşısındaki dünya güzeli kızla öğrenmişti. Onun alfabesi Feza'dan ibaretti. Tek bildiği, tek gördüğü, tek duyduğu Feza'ydı. Feza güldüğünde anlardı mevsimlerden bahar olduğunu, o hasta düştüğünde bilirdi kışın kapıda olduğunu. Bir çiçek mi filizlenmiş kırlarda, Feza basmıştır o toprağa. Sis mi çökmüş tepelere, sevdiğinin içi sıkıldığındandır. Gönlüm senden razı, derdi hep.
"İçimi çocuk parkına çevirdiğin gün için Allah da senden razı olsun."
Gözleri birbirini bulduğunda ikisinin de dudaklarına sıcacık bir tebessüm yerleşti. İkisi de şefkatle, büyük bir sevgiyle ve hasretle bakıyordu birbirine. Odadaki herkesin kalbine dokunan ve içine sinen bir karşılaşmaydı bu. Öyle güzel ve öyle içten. İki aile de bu birliktelikten mutluluk duyuyordu.
Nihayetinde nişan yüzüklerinin takıldığı ve ince kırmızı kurdelenin kesileceği an gelmişti ki aşıkların heyecanı azalmanın aksine zaman geçtikçe çoğalmıştı. Nüha makasın olduğu tepsiyi tutuyor ve dolan gözlerini diğerlerinden saklamaya çalışıyordu. Şifa duygularını yansıtmaktan kaçınmıyordu ve minik gözyaşlarının yanaklarından usul usul süzülmesine izin veriyordu.
Kurdele tüm iyi dilekler ve dualarla kesilirken taze nişanlı çift aynı anda "Ellerimiz hiç ayrılmasın." diye geçirdi içinden.
Ama bu dilekleri gerçekleşmedi.
O akşam Kirazlı ailesinin kapısı çaldığına, kötü haber İrfan'ın masmavi gördüğü duvarları çamura buladığında, odadaki herkesin mutlulukla akan yaşları kedere döndüğünde İrfan ve Feza'nın elleri ayrıldı. Kavuşma düşüncesi hızla uzaklaştı akıllarından. Boşluğu ayrılık doldurdu, acı doldurdu, hüzün ve bitmeyen bir iç çekiş doldurdu. Hasret ve bekleyiş sonsuzluğa esir düştü ve iki aşığın arasına dağ gibi dikildi.
Sis çöktü vadiye... Sevdiğinin içi sıkıldığından değildi ve İrfan acı bir şekilde görmüştü bunu.
Herkese merhaba. Yıllardır üzerinde çalıştığım ve her cümlesine ayrıca özen gösterdiğim, kimi zaman hakkında hayaller kurduğum yeni bir hikaye ile karşınızdayım. Düşüncelerinizi ve desteklerinizi bekliyorum. Benim için bu hikayeyi yayınlamak büyük bir adımdı. Görüşmek üzere...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DOKUZUNCU MAYIS
ChickLitBoylarını aşmış günebakanların arasında koşturup duruyordu çocukluk. Avuç içleri okşardı hep rüzgârda salınıp duran yemyeşil kalp gibi yaprakları. Ay düşer, günebakanlar boynunu bükünce bile o tarlada kalırdı çocukluk. Zaten nereye giderdi, yöresi n...