İkinci Bölüm: Feza

12 3 2
                                    

Pencere önündeki çiçekler, yağmur damlaları ve sert rüzgârın gazabına uğramış bir şekilde savruluyordu. Şehrin usulca uyanışını seyreden genç kadın ölmeye yüz tutmuş çiçekler için bir şey yapması gerektiğinin farkındaydı. Yine de hareketsizliğini sürdürdü ve caddedeki kalabalığın telaşlı adımlarını izlemeye devam etti. Bakışları tekrar hemen camın ardında savrulan küçük yapraklı bitkilere düştü. İnce dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm yer edinmeye çalışırken onlara ne kadar benzediğini fark etti. Günden güne kuruduklarını, solduklarını biliyor, onlara su vermeyi düşünüyor ama bunu hiç yapmıyordu. Hep başka işlerle meşgul oluyor ya da bir bahaneye tutunuyordu. Tıpkı kendine çektirdiği eziyet gibi, onlara da eziyet ediyordu. Yalnızca kendine, o çiçeklere üzüldüğü kadar üzülmüyordu. Yaşını unutacak kadar uzaktı kendine, yaş almayı ölüme yaklaşmak diye düşünecek kadar uzaktı yaşamaktan. Onu yaşamaya inandıracak, kalan tek umudu da dün sabah yitip gitmişti ellerinden.
Güzü henüz yeni uğurlayan Ankaralılar bu sabah keskin bir soğuğa açmıştı gözlerini. Feza da onlardan biriydi ama üşüdüğünü fark edemeyecek kadar sevdiği bir mevsimdi kış. Bu defa çok sevdiğinden değil, soğuğu hissedemeyecek kadar acı duyduğundan üşüdüğünü anlamıyordu. Oysa karnının üstünde duran eli yer yer kızarmış ve uyuşmuştu. Hiç kimse ona yaklaşmıyor, teselli etmek ya da onu ısıtmak için bir şey yapmaya yeltenmiyordu. Herkes farkındaydı ki ona yaşadığını hatırlatmak onu öldürmekten daha acıydı.
Feza yedi yıldır yaşamıyordu ama bebeğine söz vermişti. Yaşayacaktı. Yaşatacaktı. Verdiği sözü tutamayışının ağırlığı altında iki büklümdü ruhu. Bu duyguyu en son o gece hissettiğini anımsadı. Ne olursa olsun sabırla ve inançla bekleyeceğine söz verdiği nişanlısını, o vadide bırakıp gittiği an da bu hisle savaşmıştı. Feza biliyordu. İrfan’ın yüreğine düşürdüğü ateşin dönüp dolaşıp günün birinde ona döneceğini biliyordu. Aldığı ahların bedelini ödeyeceğini biliyordu. Sonsuz bir kıyametti ona göre bu. Üstüne yıkılıyordu hatıraları, çocukluğu, gençliği. Suratını parçalıyordu yıllarının geçtiği evin pencereleri. Bir daha hiç dönememişti o vadiye, o eve.
“Hasta olacaksın.” dedi uzaklardan bir ses. Oysa yanında dolu gözleriyle duruyordu Şifa. Ablasına dokunamıyor, sarılamıyor ve onu teselli edemiyordu. Sadece duruyordu. Ne kadar üzüldüğünü tahmin ediyordu. Bu yüzden acısına saygı duyuyordu. Ama havanın iyice soğumasına karşı ablasının daha da üşümesine kayıtsız kalamadı. Misafir odasındaki çekmecelerden rastgele bulduğu ince battaniyeyi Feza’nın omuzlarına bıraktı. Feza bu harekete bir tepki vermemişti ama saatler sonra ilk kez dili çözülmüştü. Önce kuruyan boğazını yutkunarak yumuşatmaya çalıştı. Dudakları usulca aralanırken Şifa küçük bir heyecanla ona doğru bir adım daha attı.
“Dışarda…Dışarda yaşama dair sesler duyuyorum. Odamın duvarlarına gölge gibi düşen sesler bunlar. Odama dolan yaşam sesleri. Artık içi ölmek üzere olan birisi için duyması, ruhundaki son yaşam izlerini silen sesler.”
Akmamak için direnen gözyaşlarıyla dolmuş gözlerini kız kardeşine çevirip bir süre bekledi. Şifa’nın şefkatli ve dolu bakışları karşısında ruhu daha da ezildi. Sessizce yutkunup tekrar caddeyi izledi.
“Biliyor musun, öldürmeyen acı yatakta iki büklüm yatarak ağlatıyormuş meğer. Çok sevmenin ve umut etmenin öğretisi.”
Gülümsedi acı acı. “Ben birkaç ay önce otuzuma bastım ama dün sanki ömrümden bir otuz yıl daha aldım.” Zincirleri kırılmış gibi gözyaşları usulca yolculuğuna başlarken tekrar kardeşine baktı. Onun bu hali karşısında daha fazla dayanamayan Şifa hızla ablasına sarıldı ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Mihri Vadisi’nden en çok kaçmak isteyen o iken şimdi tek istediği oraya dönmekti; her şeyin bittiği ve başladığı o yere…
Feza geri çekilip pencere önündeki saksıları işaret etti. “Baksana Şifa, ölüyor hepsi. Onlara bile bakamadım hiç. Güzel olan her şeye karşı inancım zedelendi. Ben artık çiçek bile büyütemiyorum Şifa…”
Feza dizlerinin artık onu taşımadığını hissederek soğuk zemine çöktü. Şifa da onu takip ederek yere oturdu ve ablasını kendisine doğru çekip sımsıkı sarıldı. Odanın duvarlarına çarpan tek ses iki kardeşin hıçkırıklarıydı. Feza henüz kucağına alamadığı bebeğine ayrı, geçmişte yaşadığı ve yaşattıklarına ayrı ağlıyordu aslında. İrfan’ı geride bırakmak için evlendiği güne tekrar dönmek istedi. Eğer bunu yapabilseydi hiç düşünmeden, gece gündüz bıkmadan gittiği hapishanenin önüne tekrar giderdi. Onu beklerdi. Onu bekleyeceğine dair yeminler ederdi. Yedi yıl önce yaptığı gibi “Bekleyeceğim seni.” derdi. Sesini duyurmak için yüksek duvarların ardından bağırırdı sevdasına.
“Allah şahidim olsun, ben seni hep bekleyeceğim İrfan. Nefesimin yettiği yere kadar ben seni bekleyeceğim.”
Beklememişti. İrfan bunu anladığında içinde bir şeylerin koptuğunu hissetti. Onun için bu kıyametti. Adına yıllarca Feza kıyameti, dedi.

Herkese merhaba, umarım beğenirsiniz. Görüşlerinizi bekliyorum. 🌸🌾

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jul 10, 2023 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

DOKUZUNCU MAYISHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin