2.7

946 96 1.2K
                                    

İşte, yirmi küsür bölüm önce yazdığım ve sıra gelsin diye heyecanla beklediğim o bölüm. 🙈 Yorum yapmayı unutmayın, ayy çok merak ediyorum çünkü tepkilerinizi. 💘

🌟

İki koluma sıkıştırdığım saksıları yere bıraktım. Kapıyı açıp içeri girerken, saksıdan biraz toprak kapıdaki paspasın önüne dökülmüştü.

Toprak temizlemek için çok yaşlı olduğumu düşünerek, paspasın altına ayağımla ittim. Eğer görmezsem, orada olduğunu unuturdum ve ortada temizlemem gereken bir şey olmazdı. Bu saflıkları, yaşadığım hayata rağmen yapıyordum.

Mesela, "ben birini göremiyorsam karşımdaki kişi de beni göremiyordur" olayına çok inanıyordum. Birkaç kez, elimi gözümün önüne getirip Yancy'i böyle görmezden gelmeyi denemiştim. Bana, "seni görüyorum, Zena." dediğinde ona dil çıkartıp ben onu göremediğim için onun da asla beni göremeyeceğini iddia etmiştim.

Düşününce, üzerinden asırlar geçmiş gibi geliyordu. Sanki ben en son, yıllar önce mutluydum. Ama öyle değildi. Tüm bunlar yakın geçmişte yaşanmıştı. Ben, Harry'le tanışıncaya kadar, saçma sapan şeyler yapan deli dolu bir kızdım.

Harry, beni büyütmüştü. Kaçtığım her şeyle yüzleşmek zorunda bırakmıştı. Reddettiğim ne varsa kabul etmeye zorlamıştı. Bunlar iyi şeyler gibi gelmiyordu ama aslında iyiydi. Çünkü çocukluğumda yeteri kadar acı çektiğimi düşündüğüm için kendimi kapatmıştım.

Kimsenin Cornelia'yı görmesine izin vermemiştim. Gerçek duygularımı bir sandığın içine kaldırıp, kilitlemiştim. Harry, o sandığı açmaya çalışmıştı. İzin vermemiştim. Direnmiştim. Ama pes etmemişti. Kilidini kırıp, gerçek duygularımı ortaya çıkarmıştı.

Tüm bu kasvetli havayı dağıtabilecekmişim gibi elimi havada birkaç kez salladım. Salonun perdelerini açtım. Evin biraz havalanmaya ihtiyacı vardı. Saksılardan birini şöminenin yanına koydum. Diğerini, kış bahçesine koyacaktım.

Kahve makinesini fişe taktığım sırada, telefonumun sesini duydum. Harry arıyordu.

"Cornelia?" Sesini uzun zaman sonra ilk defa normal duyuyordum. Telaşlı değildi. Stresli değildi. Üzgün değildi. Normaldi. Bu bile bizim için bir lükstü.

Benim sesim ona nazaran daha neşeli çıkıyordu. "Hayatım."

"Bana mesaj atmışsın. Göl evinde buluşalım demişsin. Bir şey mi oldu?"

Sanki beni görecekmiş gibi kafamı salladım. Sonra yaptığım şeyin saçmalığına, kıkırdadım. "Evet. Konuşmamız gerekiyor. Gelecek misin?"

Duraksadı. Sesim neşeli çıktığı için bile bir terslik olduğunu düşünüyordu. Haklıydı. Son zamanlara birbirimizi sadece, kötü şeyler söylemek için arıyorduk. Birimiz kaçırılıyordu ya da biri ölüyordu ve biz ancak böyle zamanlarda iletişim kuruyorduk.

"Geleceğim, güzelim."

Gülümsedim. "Bekliyorum."

İçimden kendimi düzelttim, bekliyoruz. Bunu ona söylediğimde ne diyeceğini deli gibi merak ediyordum. Baba olacağını öğrenince ne yapacaktı? Gülecek miydi? Kızacak mıydı? Bana sıkı sıkı sarılır mıydı?

Kafamda yüzlerce soru işaretiyle birlikte mutfağa girdim. Buraya ilk gelişimde dalga geçtiğim pembe hamur karıştırma makinesini çalıştırdım. Harry'nin önlüklerinden birini taktım. Göz kararı, malzemeleri eklemeye başladım.

Eklediğim katı malzemeleri makine benim yerime karıştırırken, ben diğer köşede havuçları soyup rendelemeye başladım. Mutfak şimdiden çok güzel kokuyordu. Tarçının keskin kokusu, etrafa yayılmıştı bile.

Target | h.sHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin