5.

228 50 17
                                    

jimin'in 'yarın görüşürüz'den kastımın cumartesi olduğunu anladığını umarak bisikletimi onun apartmanının önünde durdurdum

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


jimin'in 'yarın görüşürüz'den kastımın cumartesi olduğunu anladığını umarak bisikletimi onun apartmanının önünde durdurdum.

saat dokuzdu. güneşli ve güzel bir cumartesi sabahıydı.

sınıf grubundan aldığım numarasına "jimin-ah evinin önündeyım hadi birlikte kütüphaneye gidelim konulu bir mesaj atmış, beklememe karşılık cevap gelmemesiyle "zile basıyorum" yazıp göndermiştim.

bisikletimden inip duvara yasladıktan sonra binaya ilerlemiş, kapının hemen yanındaki zil düğmelerinde gözlerimi gezdirmiştim. isimler arasında gördüğüm tek park soyadının olduğu zile basıp beklemiştim. bir süre sonra bir erkek sesi "kim o?" diye sorduğunda jimin'in babası olduğunu anlamış, gerginlikle boğazımı temizlemiştim.

"min yoongi," dedim. neden gergin olduğumu bilmiyordum. "jimin'in arkadaşıyım."

"ah, anladım." dedi aynı ses. alaycı bir tını sezmiştim ama emin olamıyordum. "jimin'e bir başka aşk mektubu bırakmaya mı geldin min yoongi?"

"hayır efendim," sesime yansıyan dehşetle birlikte mırıldanmıştım. jimin'in ailesi kapıya bırakılan mektuplardan haberdardı. nasıl olmayacaklardı ki? bu onun için korkunç olmalıydı. "kütüphaneye gitmek için jimin'i çağıracaktım. dün de birlikte çalışmıştık."

kısa bir sessizliğin ardından "gel bakalım," dedi bay park. "dördüncü kat."

sonrası seri oldu. asansörden indiğim sırada hemen karşımda kalan aralık kapıda bekleyen takım elbiseli biri vardı ve bu tekrar gerilmeme yol açmıştı. "işte," dedi içeride bir yerlere seslenir gibi. "bu çocuğu bilmiyorum."

sonrasında bana döndü, kaşları çatılmıştı ve jimin'in babasına benzediğini fark etmiştim. "jimin'in arkadaşı değilsin," dedi bana. sesi soğuk ve otoriter duruyordu. jimin'in arkadaşı olmadığımı tekrar edecektim neredeyse. jimin'in arkadaşı olmadığımı nereden bildiğini düşünüyordum ki jimin'in hiç arkadaşı olmadığını biliyordur belki diye geçirdim içimden.

"jimin'in arkadaşı olmaya çalışıyorum."

ben mırıldanırken bay park'ın arkasına bir başka beden yaklaştı. üzerinde bana soğuk soğuk bakan adama kıyasla daha spor duran bir takım, elinde ise bir kahve kupası vardı. "jimin ile aynı sınıfta mısın?" diye sordu sevecen bir sesle.

karşımdaki iki adamda bakışlarımı gezdirip belli belirsiz başımı salladım. içimden bir ses sınıfın jimin'e olan tavırlarını bildiklerini ve benden kesinlikle hoşlanmamış olduklarını söylüyordu.

gri ve spor takımlı adam elindeki kupayı jimin'in babası olduğuna emin olduğum adama verdikten sonra içeriye adımlamıştı. eğer bir şeyleri yanlış anlamadıysam bu iki adam jimin'in ebeveynleriydi. jimin hakkında hiçbir şey bilmediğimi fark etmiştim. jimin muhtemelen evlatlıktı ama kapıdaki adamın gerçekten jimin'in babası olduğunu söyleyebilirdim. eğer değilse de korkunç bir benzerlikti bu.

kapının önünde öylece beklerken kendimi sorguda gibi hissediyordum. bay park'ın bakışları korkutucuydu. bir süre sonra aynı adam kapıya tekrar çıktığında yanında saçları dağınık ve pijamalı jimin vardı. beni gördüğünde gözleri önce şaşkınlıkla açıldı, sonrasında ise dudakları sinirle büzüldü.

"ne işin var burada?" dedi sinirle. ama sesindeki merak ve şaşkınlık hala sezilebiliyordu. neredeyse gülecektim.

"jimin-ah, mesaj atmıştım," dedim cebimden telefonumu çıkartıp iki yana sallarken. "tekrar ders çalışırız diye düşünmüştüm. hem kalemliğimi de kütüphanede unutmuşum."

jimin'in korkunç görünen babasının yüzündeki ifade gevşedi. kötü bir niyetim olmadığını düşünmüş olmalı ki içeriye girmişti. jimin'in üzerindeki sarı pijamalara bakındım. tatlı duruyordu. "gelmeyeceğim," dedi jimin. "kalemliğini gidip kendin alabilirsin. beni ilgilendirmez."

ben omuzlarımı düşürürken jimin başka bir şey söylemeden arkasını dönüp gitmişti. kapının önünde yalnızca jimin'in canayakın olduğunu düşündüğüm babası kalmıştı şimdi. bir süre bana dikkatle bakmış, bir şey diyecekmiş gibi olduğunda tek omzuma astığım çantamın diğer kolunu da takmıştım.

"sınıfta jimin'e olan davranışlardan haberdarsınız sanırım," dedim karşımdaki adamın gözlerine bakarak. dürüst olduğumu göstermek istiyordum. o da anlıyormuş gibi bakıyordu zaten. "ona atılan iftiraların doğru olmadığını biliyorum ve onunla arkadaş olmayı deniyorum. kötü bir niyetim olduğunu düşünmeyin."

"adın neydi?" dedi bir anda. bıkkın bir nefes verip ona adımı söyledim. bir süre başını sallayarak düşündü. "jimin'e kötü davranan herkesi biliriz. adını duymamıştım." bunu gerçekten yapıyorlar mıydı diye duraklamıştım bir an. jimin'e fazlasıyla değer veriyor olmalılardı.

"pankek yapmayı biliyor musun?" diye sordu ilgiyle. bir anlığına algılayamasam da bildiğimi gösterircesine başımı salladım. "bu güzel, jimin dün akşam kahvaltıya ondan istemişti. yapmıştım ama jimin uyanamadığından yetişemedi ve o yaparken hep yakıyor. biz işe gideceğiz. birlikte kahvaltı edin."

ne diyeceğimi bilemediğimden sessizce başımı sallamakla yetiniyordum. o sırada az önce tarafından sorgulandığım babası elinde bir çantayla kapıya gelmiş, ayakkabılarını giymeye koyulmuştu. "sonra jimin'e kütüphaneyi yeniden sor. şu sıralar programını boşladı. ama eğer yine gitmek istemezse zorlama, evine dön."

ben ne olduğunu anlayamadan kapıdaki diğer adam da gri takımının ceketini içerideki ayakkabılıktan almış, ayakkabılarını da giydiğinde benimle daha sonra görüşmek istediklerini söyleyerek gitmişlerdi.

benimse jimin'e kahvaltı hazırlamam gerekliydi.

-

jiminimin babiskolari dunyadaki en harika babiskolar biberonla besledim ikisini de

dirt on the name of park jiminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin