''Günaydın.'' Haftanın orta günü, saat sabah sekiz olmak üzereydi. Hyunjin'in saçları yükselen güneş ışığı altında parlarken her sabah olduğu gibi oturduğu binanın önünde beni bekliyordu.
''Günaydın, Marki.'' Beni görür görmez çantasını yerden alıp omuzları üzerine attı. Uykulu görünüyordu, zaten uykuyu çok seviyordu benim aksime. Sessiz bir sabahtı, okula gidene kadar pek bir şey konuşmamıştık. Dün gece okumaya başladığı kitaptan söz etmişti, öyle yüreksiz anlatmıştı ki ben de dinlememiştim. Rüzgâr hafif bir serinlikle esiyor, göz hizamıza denk gelen güneş yüzünden gözlerimiz kısılıyordu. Cadde boyunca pek de hızlı sayılmayacak şekilde yürüdük. Yazdan kalma sıcakla kışın habercisi soğuk esinti birbirini tamamen nötrlüyordu. Sonbaharın en güzel sabahlarından biri diyebilirdik bu sabaha.
Bir süre sonra yanımda yürümediğini fark ettim, ellerim ceplerimdeyken arkama dönüp baktığımda saçlarım esinti yüzünden yüzüme düşmüştü. ''Hyunjin?''
İlk bakışta onu görememiştim, daha sonra kepenkleri henüz açılmamış bir dükkânın önünde bembeyaz bir kediyi sevdiğini fark ettim. Uzun tüyleri vardı, bir de sevimli suratına kondurulmuş minik pembe bir burnu. Cüssesine göre büyük sayılabilecek kocaman bir kuyruk taşıyordu peşinde. Çok tatlı bir kediydi.
Hyunjin parmaklarını beyaz ufaklığın üzerinde dolaştırdıkça kedi de kendini sevdirmek için onun paçalarına sürünüyordu. Ben de sevmek için eğildim, elimi beyaz tüylere uzatmama kalmadan kedi toz olup gitti. ''Kaçırdın.''
Yanımda sen varken benim sevmemi istemezdi herhalde, sen tarafından sevilmek çok başka bir şey çünkü.
Belki göz kapaklarıma yapıştırsam seve seve gözlerimi kapatıp defalarca bakmak isteyebileceğim bir manzaraydı Hyunjin'in kediyi sevişi. Bu manzarada tek fazlalık bendim, zaten geçmişten bugüne dek hangi manzaraya ait olabilmiştim ki ben?
''Çıkışta da burada olur mu?'' Kedileri gerçekten çok seviyordu.
''Bakarız.''
Onu burada bıraksam beyaz kedi geri dönene kadar bekler dururdu, doğrulması için elimi uzattım. Dersin başlamasına on dakika kadar vardı ve hâlâ yürümemiz gereken tenha bir sokak bizi bekliyordu. Adımlarımızı hızlandırdık, yürürken bir süre ellerimi sardı narin parmakları. Karşıdan karşıya geçmek için beklerken aniden omzuma değen ellerle irkildim, tanıdık ses kulaklarımı doldururken yanımdan geçen esmer çocuğa yalnızca göz ucuyla bakabilmiştim. ''Günaydın, Jisung.''
Minho'ydu.
''Günaydın,'' dedim.
Avuçlarımı dolduran parmaklar elim arasından kaydığında içim üşümüştü. Hyunjin bir iki adım geri gittiğinde huzursuzluğu anında bana da geçmişti. Birbirlerinden hoşlanmadıklarını gayet iyi biliyordum. Minho korkutucuydu Hyunjin'in gözünde, her şeyden önce Hyunjin'e karşı bir zorbadan fazlası olamıyordu.
Bana bakıp gülümsemişti, Hyunjin'i ise sadece görmezden geliyordu. Sonra hızlı adımlarla yanımızdan uzaklaştı. Yeşil ışık yandığında tekrar Hyunjin'e döndüm.
''Gidelim mi?'' Bakışları yerde sabit, bir eli de çantasındaydı. Kafa sallamakla yetindi.
''Ondan nefret ediyorum.'' Dişleri arasından mırıldandı, kaşları hafifçe çatılmıştı. Ben de, dedim. Yalan değildi, Minho'dan nefret ediyordum. Hyunjin o ve arkadaşları yüzünden defalarca dayak yemişti. Bu ondan nefret etmem için oldukça yeterli bir sebepti.
''Sana öyle bakmasından da nefret ediyorum.''
''Nasıl bakıyor bana?'' Göz göze geldiğimizde gülmeden edemedim, bu bakışı tanıyordum. Ne anlatmak istediğimi biliyorsun der gibi bakıyordu, biliyordum da. Bilmezden geldim. Sadece bir an anlamak istediğim gibi anlamıştım söylediğini.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
marki'nin ikinci ölümü, hyunsung
Cerita PendekOnu ilk tanıdığım günden bugüne kadar, insanın yalnızca kendi içindeki denizde yüzmeyi bilmediğini öğrendim. mini fic × hyunsung × hyunlix × minsung 120721*