Kayboldum. Kaybolduğumuzda yapılması gereken en doğru şey nedir?
Kendi kendimize yolumuzu bulmaya çalışmak mı, yoksa annemizin küçükken bize öğütlediği gibi kaybolduğumuz yerde birinin bizi bulacağı umuduyla beklemek mi?
Bir gün bir şekilde ait olduğum yerde, kendi yolumda ilerleyeceğimi biliyorum ama buna hazır olana kadar birinin beni bulmasını bekleyeceğim.
Aklımdan bu düşünceler geçerken kafamı gökyüzüne çevirdim, ne yaptığım şey hakkında ne de aklımdan geçen düşünceler hakkında pek bir fikrim yoktu.
Parmaklarım asla aramak istemediğim o numarayı rehberden bulmuştu, istemsizce telefonu açmasını bekler halde bulmuştum kendimi. Olmak istemediğim bir yerde, aslında açılmasını istemediğim bir telefon açılsın diye bekliyordum. Bu bekleyiş çok uzun sürmedi, uykulu sesini duyar duymaz telefonu yüzüne kapatmak istedim. ''Alo?''
Bir süre dilimi yutmuşçasına tek kelime etmedim.
''Beni konuşmamak için mi aradın Jisung?'' alaycı ses tonu aniden ufak bir kıkırdamaya dönüştü. ''Neler oluyor?''
''Kapının önündeyim,'' diyebildim sadece. Bu sefer telefonun öbür ucundaki Minho sessiz kalmayı tercih etmişti ya da konuşamayacak kadar şaşkındı.
''Dalga geçme...'' Camdan bakmasını söyleyene kadar şaka yaptığımı düşünüyordu. Odasının camına bakarken tek hissettiğim zihnimdeki uyuşukluk ve üzerime yapışmış ıslak gömlekten ruhuma işleyen soğuktu. Yağmur daha da hızlanabilecekmiş gibi hızla yağıyordu. Camdan bana bakan bir çift göz ile birbirimize bakıyorduk. ''Deliliğin bulaşıcı olabileceğini hiç düşünmemiştim.''
Telefonu kapattım. Çok sürmeden yanıma geldi, üstündeki hırkayı omuzlarıma koyup beni içeri sürükledi. ''Hasta olacaksın, içeri gel.'' Bir eli sanki yüzümü ezbere bilircesine yanağıma değdiğinde tenindeki sıcaklıkla irkildim. Bu histen rahatsız olduğuma karar verip bir adım geri çekildim.
''Seninle konuşmaya geldim,'' gözlerime endişeyle bakıyordu.
''İçeride konuşabiliriz, Jisung. Sırılsıklam olmuşsun...'' yüzüne bomboş bakarken buraya ona ne söylemeye geldiğimden bile emin değildim. ''Yağmur dindiğinde gidersin, hadi.''
Bir film içerisinde değildik, biraz daha yağmurun altında kalırsam esinti yüzünden zatürre olacaktım bu yüzden onunla içeri girdim. Bu Minho'nun evine ilk girişimdi, tek başına yaşıyor gibi görünüyordu.
Hoş bir ailesi olup olmadığını da bilmiyordum. Merak da etmedim, evini bilmemin tek sebebi Hyunjin'le aynı sokakta oturmasıydı. İçeri girdiğimde tüm kıyafetlerim sırılsıklamdı, yanımda birkaç dakikadan az durmuş olmasına rağmen Minho'da sırılsıklam ıslanmıştı. Bakışlarında sadece endişe ve şaşkınlık vardı, onu asla böyle göreceğimi hayal etmemiştim. ''Ne zamandır yağmurun altındasın?'' gözlüklerini çıkarıp vestiyerin üstüne bıraktı. ''Gerçekten hasta olacaksın, kurulanmalısın.''
Bana kuru bir şeyler getirmek için içeri gittiğinde boş gözlerle etrafıma bakmaktan kendimi alıkoyamıyordum. Kendime defalarca neden burada olduğumu sordum ıslak çantamı yere bırakırken... gerçekten kaç saattir yağmurun altında olduğumu bilmiyordum. O kadar üşümüştüm ki düşünme yetimi kaybettiğime ikna olmuştum. Minho elinde bir havluyla yanıma geldi, üstümden damlayan su damlaları sinirini bozmuş olacak ki elindeki havluyu nazikçe saçlarıma sürdü. Daha sonra havluyu şefkatle yüzümde dolandırmaya devam etti. Bahse girerim ki ıslanmış bir fareden farksız görünüyordum. Yine de bana böylesine bakıyor olması tuhaf hissettiriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
marki'nin ikinci ölümü, hyunsung
Cerita PendekOnu ilk tanıdığım günden bugüne kadar, insanın yalnızca kendi içindeki denizde yüzmeyi bilmediğini öğrendim. mini fic × hyunsung × hyunlix × minsung 120721*