Rüzgarın esmesi ile gözlerimi açtım. Camı açık bırakmış olmalıydım. Bir an burasının benim odam olmadığını anladım. Ve bir an ayaklandım. Yanımda kimse yoktu. Bir dakika biz teknede kalmıştık?
Hemen olduğum yataktan kalktım. En azından üstümde kıyafetlerim vardı. Yani aramızda bir şeyler olmamıştı. Bu benim bir oh çekmeme neden oldu. Kapı açılma sesi geldi.
Ve içeri Finn girdi.
"Günaydın prenses."
Prenses?"Günaydın." Diyip gülümsedim.
"Kahvaltı hazır hadi gel."
"Tamam sen geç ben geliyorum." Dedim ve Finn odadan çıktı. Saçlarımı falan düzelttim. Elime telefonumu alıp saatin kaç olduğuna baktım.
Saat 10.00'dı. Sikti şirkete geç kalmıştım. Bu yüzden Jack'e mesaj atma isteği geldi. Ve şirkete biraz geç geleceğimi yazıp yolladım.
Ayakkabılarımı giydim ve odadan dışarı çıktım. Finn yine dün yemek yediğimiz yere hazırlamıştı. Dün gerçekten neler olmuştu ben hiç bir şey hatırlamıyordum. Ama aklımda bazı şeyler canlanıyordu.
Flashback
"Hadi bir tane daha lütfen."
"Millie çok içtin."
"Finn sadece 3 tane teşkilat içtim ve iki bardak şarap içtim bir şey olmaz hadi."
"Peki sen öyle istiyorsun." Tekila doldurmaya gitti. Finn daha sadece bir bardak tekila içmişti. Başka hiç bir şey içmemişti.
Ha bir de bir bardak şarap içmişti. Finn , elinde tekila şişesi ile geldi bu sefer. Ve bu beni çok mutlu etmişti.
"Bir daha kalkmamak için artık son çözüm bu oldu." Diyip şişeyi gösterdi.
"Mantıklı bir çözüm." Dedim ve bardağıma doldurdu. Doldurur doldurmaz kafama diktim. Finn ise bana şaşkın bir şekilde bakıyordu.
Flashback end
Masaya oturduk. Finn çok bir şey hatırlıyor muydu bilmiyordum bir fikrim yoktu. Umarım dün saçmalamamışımdır.
Finn tabağıma servis yapıyordu. Yine döktürmüştü. Tabağımı bana verdiğinde teşekkür edip yemeye başladım.
Finn's pov:
FlashbackMillie'nin kaçıncı bardağıydı artık sayamıyordum ama artık onu durdurmam lazımdı. Yaklaşık sekiz dokuz bardak tekila içmişti. Ben ise sadece bir bardak tekila içmiştim.
Ve gayet hala dinçtim zaten bir bardak insana ne yapabilirdi ki? Millie'nin yanına gittim. Ve önünden tekila bardağını ve şişeyi alıp mutfağa götürdüm arkamdan bağırıyordu.
Tekrar oturduğumuz yere geldiğimde Millie masada yoktu. Kusma sesleri geliyordu. Lavaboya gitmiş olmalıydı. Lavaboya gittim evet ordaydı. Hemen saçları değmesin diye ellerim ile saçlarını tuttum.
Galiba ilk defa saçlarına dokunuyordum. Aşırı ipeksiydi sonsuza kadar tutabilirdim bu saçları. Millie artık kusmayı bırakmıştı. Ama öğürüyordu.
En azından şimdi daha iyi olurdu. Ama bu sarhoşluğu gidecek demek değildi. Ağzını yıkadıktan sonra oturduğumuz yere geldik üstündeki tişört kusmuk olmuştu.
Bir anda üstündeki bluz'u tekte çıkardı. Ve krem renginde olan bralet'i direk belli oldu. Ben millie'ye açlık ile bakıyor. O ise bana ne var gibi bakışlar atıyordu.