…
Karanlık kokusu.
Bir değil iki yerde. Biri sağımda benden üç metre geride yürüyor ve fark edilmemek için herhangi bir şey yapmıyor. Diğeri ağaçların içinde ve yerde değil. Burnumu biraz daha kaldırıp kokladım. Niyetleri kesinlikle dostça değil. Büyükanne her zaman ırkların niyetlerini kokularından anlamak mümkün derdi. Hayvanlar sizi kokunuzdan tanırdı. Bende bir kuşun özelliklerini aldığım için bunu gayet iyi yapabiliyordum. Bizler yırtıcı kuşların bir yan ürünüydük. Gözlerim tamamen değişirken kanatlarımı içeride tutmaya çalışıyordum. Peşimde iki tane tus vardı ve ben onların benimle ne yapmak istediklerini bilmiyordum. Benimle beslenmek de istiyor olabilirlerdi. Fakat açlık kokusu almıyordum.Neden benim peşimden geliyorlardı? Dişlerim sivrilip uzarken ellerimi cebimden çıkardım ve mekanik hareketlerle sağa döndüm. Burası mezarlığın diğer tarafıydı. Ağaçların içine girerken ceketimi çıkarmaya başladım. Kanatlarım çıkarken onun da yırtılmasını istemiyordum. Hiç durmadan ceketi yanından geçtiğim bir ağacın dibine bıraktım ve ilerlemeye devam ettim. Biraz ilerledikten durdum ve ortaya çıkmalarını beklemeye başladım. Güneş ağaçların arasından kaymış ve batmaya başlamıştı. Bu saatler en sevdiğim zamanlardı ama bugün onu durup istediğim gibi izleyemezdim çünkü bugün havada kan kokusu vardı. Tus kokusu giderek yaklaştı ve bir ağaç arkamda durdu.
“Bizi en başından beri hissediyordun değil mi?” dedi sağ tarafımdaki. “Bilerek buraya çektin.”
Diğeri güldü. “Tam olarak ne yapmayı düşünüyorsun?”
Eğer Mtha ‘da yaşıyorsanız kesinlikle öldürmeyi ve ölmeyi göze almanız gerekirdi. Burada gündüz bile çığlıklar eksik olmazdı. Evet, burada da avcılar vardı ve düzeni korumaya çalışıyorlardı ama her zaman bu mümkün olmuyordu. Diğer şehirleri zeyşanlar korurken burada avcılar vardı ve ben bir tanesine bile denk gelmemiştim. Neden mi? Çünkü bende bir avcıydım ve onlara ihtiyacım yoktu. Bir yere bağlı değildim ama öldürmek için birinden izin almam gerekmiyordu. Sadece hayatta kalmalıydım. Yavaşça arkama döndüğümde sakin olmaya ve avcıyı içeride tutmaya çalışıyordum. En son birini öldürdüğümde kendimi kaybetmiştim ve adamın kemikleri bile un ufak olmuştu.
Gözlerimi üstlerinde gezdirirken vücut sıcaklıklarından özlerine kadar her şeyi görebiliyordum. Bu her zaman işimi kolaylaştırıyordu. Onları hemen şimdi öldürebilirdim ama neden durup beklediklerini öğrenmek istiyordum. Bu daha önce karşılaştığım bir şey değildi. Birisi yanında durduğu ağaca yaslanmış ve kollarını göğsünde bağlamıştı. Yeşil ince bir tişört ve siyah kot pantolon giyiyordu. Neden kendi formlarında değillerdi? Diğeri ise ellerini üzerindeki siyah ceketin cebine sokmuş umursamaz gözlerle beni izliyordu.
Havayı kokladı ve yüzünü buruşturdu. “Ayrıca nesin sen? Bir tuhaf kokuyorsun?”
Çünkü kokumu bastıran bir şey vardı. İşte bu yüzden her zaman peşime birisi düşmüyordu. Peki, bugünün diğer günlerden farkı neydi? Genelde aç tuslar peşime takılırdı ama onlar farklıydı. Çünkü henüz saldırmamışlardı. Bir tusla konuşup geyik yapmazdınız. Fakat bunların sohbet etmek için özel bir nedeni var gibiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ERA"Asil'in Hançeri"
Fantasy... Herkes gibi evine geliyor işine gidiyordu. Dikkat çekmiyor ve bir hayalet gibi yaşıyordu. Ve en önemlisi hayatta kalıyordu. Ta ki kafasında çığlıklar yükselene kadar. Avcı içgüdüleri onu göreve çağırıyordu. Ya içgüdülerini dinleyecekti ya d...