Prens Louis sarayımıza giriş yaptığında beraberinde onlarca mücevher, altın ve kumaş getirmişti. Bunların sarayımıza neden getirildiğini tahmin edemeyecek ve dahası üzerine kafa yormayacak kadar düşüncelerimle meşguldum. Prens Louis'le yemek masası dışında karşı karşıya gelmedik günler boyu. Prens babamla yalnız kalmayı tercih ediyor, onunla uzun uzun konuşuyordu. Prensin burada olmasının sebebinin siyaset olduğunu, benim oyuncağım olmayacak kadar da aklı başında bir insan olduğunu düşündüm.
Prense her baktığımda Amir'in ondan büsbütün farklı yaradılışı aklıma düşüyordu. Sarı saçları kırpılmış bu Prens, Amir'in yanına yaklaşamayacağı bir güzellikteydi. Gözleri gri bir renkle parıldıyor, konuştuğundaysa çevresindeki tüm insanlar onu zorunluluktan değil saygıdan dinliyordu. Fakat tüm bu anlattıklarım benim o zamanlarda üzerine düşünmediğim gerçeklerdi, Prens kendisini yavaş yavaş ve ben farkında olmadan kabullendirmişti ruhumda.
Sarayın içinde yürürken Prensle aniden karşılaşmayı, dizimi kırarak onu selamlamayı ve bana hatır sormasını o kadar benimsemiştim ki, ona daha fazla soğuk davranmanın bir yararı olmayacağını düşünmeye başladım. Fakat bu düşüncemin ardından, Prensin bana olan ilgisi sönerek geriledi. Bu yaşanansa benim kendimde unutmuş olduğum güzelliğimin, kibrimin ve gururumun yeniden canlanmasına sebep oldu.
Aynanın önünde geçirdiğim boş saatler yeniden döndü. Kızıl saçlarımla hiç olmadığı kadar ilgileniyor, süt banyosu hazırlamaları için günde birkaç kez hizmetkârlara emirler yağdırıyordum. Hizmetkârlar artık benimle karşılaşmamak için köşe kapmaca oynamaya başlamışlardı, fakat ben hâlâ aynı genç kız ve aynı Prenses olduğumdan bunu uzatmaya daha fazla cesaret edemeyerek kendilerini benim kendileri için yazdığım kadere bıraktılar.
Prensin aniden sönen ilgisinin beni kendi yörüngesine çekmek için tasarladığı bir plan olmasına imkan veremedim. Bir Prense asla yakışmayacak bir hareketti bu. Ve diğer hizmetkar kızlara duyduğu saygıdan fazla da değildi bana duyduğu saygı ve ilgi.
Prensin bana karşı olan alalade tavrından da sıkılarak, uzun süre önce terk ettiğim Kızıl Ormana döndüm ve Amir'in sağlığını düşündüm. Eğer ölmüş olsaydı bir mektupla bunu bildirirlerdi. Amir burada yaşarken ailesinden birkaç kez mektup almıştı ve yine bunu yapmaları için bir engel de yoktu.
Ve yine Kızıl Ormanda geçen günlerimden birinde Prens beni ziyaret etti. Onu gördüğümde ayağa kalkmamış ya da diz kırmamıştım. Fakat o bana gerçekten bir Prensesmişim gibi muamele etmekten geri durmadı. Onu umursamaz bakışlarımla incelerken, Amir'in bir an önce gelmesini ne kadar çok istediğimi anladım. Prensin güzelliğinin altında saklanan bir canavar yatıyordu, bunu hissediyordum.
"Prensesim." derken gülümsüyordu "Yanınızda oturmamda bir sakınca var mı?"
Omuzlarımı silkerek "Nasıl isterseniz Prens Louis." dedim ve ayağa kalkmak için hareketlendim "Ben de kalkmak üzereydim."
Prens yutkundu ve omuzlarıma dokunarak beni olduğum yerde tuttu "Sizinle konuşmak istediğim bir konu var Prensesim."
"Sizi dinliyorum Prens Louis."
"Burada olmamın sebebini tahmin ediyor olmalısınız."
"Hayır."
"Bir fikriniz de mi yok?"
"Ne yazık ki efendim."
"Sevgili babanız beni sizinle bir izdivaç gerçekleştirmem için sarayına davet etti, fakat anladığım kadarıyla siz bunu istemiyorsunuz."
Gözlerim bir canavar görmüş gibi aralanmış, onun sözleri tekrar tekrar zihnimde yankılanmıştı "Bir evlilik mi? Doğru mu anladım Prensim?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güzelliğin Lanetlenişi
FantasíaVe ben, güzelliğime rağmen kalbimde kibri taşıyordum. Bunun sebebi bir prenses olmam değil, aynaya baktığımda gördüğüm kutsal güzelliğin kendisiydi. Saatlerce aynanın karşısında dikilir, parmaklarımın ucuyla çilli yanaklarıma dokunur ve okyanus mavi...